Kuzeyde Bosna-Hersek, kuzeydoğuda Sırbistan, doğuda Kosova, güneydoğuda Arnavutluk, batıda ise Hırvatistan ve Adriyatik Denizi ile çevrili küçük bir ülke Karadağ (Montenegro).783.562 kilometre kare yüzölçümü olan ülkemizle kıyasladığımızda, yüzölçümü 13.812 kilometre kare olan Karadağ’a küçük bir ülke diyebilirim. Merak etmeyin coğrafya dersi vermeyeceğim ama bu küçük ülkeyi gördüğümde coğrafyasına karşın ekonomisini kıyasladım. IMF 2022 raporuna göre 194 ülke arasında 154. Sırada olması dikkatimi çekti. Uzun uzadıya tarım arazisi yok , alüminyum imalatı haricinde bir üretim de yok. Tüm ekonomisi turizm , özellikle yat ve gemi turizmi dikkat çekiyor.700 binlik nüfusu ile de dünyanın en küçük ülkelerinden biri. Buna rağmen her yıl ülkeye nüfusun neredeyse üç katı turist geliyormuş. Adriyatik Denizi’ni çepeçevre sarmış olan Karadağ gerçekten de kapkara görünen dağlarıyla bu ismi hak ediyor bence. Sıralanarak birbirine yaslanmış heybetli dağlar uzaktan sadece kayadan oluşmuş görünümü veriyor ama yaklaştıkça gövdesinde ormanların barındığını görmek mümkün. Ama öyle bizim bildiğimiz gibi selvi boylu ağaçların olduğu ormanlar zannetmeyin. Çok yüksek dağ gövdelerinde genelde bodur , ara ara da uzun çam ağaçları gözünüze çarpar. Haziran ayı olmasına rağmen ağaçların boş bıraktığı dağlık alanlarda yeşil bir örtü gözünüze çarpar, muhtemelen sık sık yağmur yağıyor ve yeşil bitki örtüsü canlılığını koruyor.
Ülke 15. yüz yıla kadar uzun süre Venediklilerin elinde kalmış ,isim babası da Venedikliler deniliyor. Monte (dağ) Negro ( kara) olarak isim Türkçeye çevrildiğinde tam da Karadağ oluyor. Osmanlılar elbette buraya da el atmış, 1. Kosova Zaferi’nden sonra Karadağ’ı himayesine geçirmiş. 1496 dan 1878 e kadar hüküm sürmüş buralarda. Aslında Osmanlı Karadağ’ın coğrafi olarak dağlık, ekonomik olarak da çok ehemmiyetsiz olması sebebiyle ülkeyi çok da elinde tutmak istememiş diye de söylenir. Tabii o zamanlar turizm diye bir gelir kapısı da yoktu, denizden ziyade sarı başakların yetiştiği tarım toprağının kıymetli olduğu zamanlardı.
Karadağ 1992 de Yugoslavya Sosyalist Faderal Cumhuriyeti’nin dağılmasından sonra 2007 ye kadar Sırbistan’la yoluna devam etmiş. Şimdilerde tam bağımsız bir ülke. Söylenilene göre 2025 yılında Avrupa birliğine alınacakmış. Hangi cazibesinden dolayı Avrupalılar birliğe alacaklar acaba diye düşündüm doğrusu. Ülkenin kendine ait bir para birimi yok, Euro kullanıyorlar. Daha önce de Mark kullanılıyormuş. Ben olsam biraz da ülkenin karizmasına bakarım da öyle alırım desem yorum yapmış olurum , neyse dedim gitti.
Ben bu yazımda Budva’dan bahsedeceğim. Budva’ya öyle kocaman, şaşalı bir şehir diyemem, belki de şehirimsi bir ortaçağ kasabası demem daha doğru olur. Budva’yı cazip yapan 7 km yakınındaki bir adacık. Sveti Stefan adası , ada deyip geçmeyin, turizmde dünyaca ünlenmiş ve zenginlerin buluşma yeri olmuş. Ya da saklı gizli tatil yapmak için buldukları bir yer desek daha doğru. Kaçamak yeri diye tabir etsem sanırım argo olmaz çünkü başka kelime bulamadım. Küçücük adanın her tarafı ev, birbirine yaslanmış yatay mimaride yapılmış taştan evler ortaçağdan kalma tarih kokuyor. Kırmızı kiremit çatılı evleri yılan kıvrımı yolcuklar birbirine bağlıyor. Kenarlarında uzun çam ağaçları da olmasa sadece taş binaları göreceksiniz muhtemelen. Adanın kenarından denize doğru taş binalar sarkmış, bir karış toprak bırakmamacasına yaptıkları evleri otele çevirmişler. Devamında denize doğru sarp kayalar korkunç görünüyor. Adaya bakan yüksekçe yolda duran turistler Sveti’ne doğru seyri süluk ediyor. Yol , zaten komşu ülkeleri ve şehirleri birbirine bağlayan ana yol. Dolayısıyla işlek bir trafik ve her an arabayı durdurup adayı seyreden insanları görmek çok olası.
Ada, kısacık bir yol ile sahile bağlı. Yoldan geçip adaya varabilirsiniz ama adaya giremezsiniz. Ancak 15 Euro’ya kumsaldaki şezlongları kiralayıp denize girebilirsiniz. Adaya girebilmeniz için içerden bir tanıdığınızın davet göndermesi lazımmış.
Ortaçağ’dan kalma yalnızca 12 ailenin konakladığı bu sade balıkçı adası birden nasıl böyle gizemli ve ütopik bir tatil alanı oldu derseniz yazımız şimdi başlıyor.
Adanın tarihi oldukça eski, 2500 yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor. Zamanında Venedikliler buralara hakimken, Türklerden ve korsanlardan korunmak için adaya sığınmışlar. Tek girişi ve yüksekçe binalarla çevrili olması sebebiyle adaya ulaşmak mümkün değil.1950 den 1960 lı yıllara kadar dünyaca zengin iş adamı , iş kadını ve Hollywood ünlülerinin tatil mekanı olmuş. Derler ki Marilyn Monreo sevgilileri ile gözden uzak tatil yapmak için bir yer arar ve Sveti Stefan adasını bulur. Bunu öğrenen ünlüler durur mu, onlar da bu adaya gizlice gelip tatillerini yaparlar. Aralarında Sylvester Stollone , Shopia Loren , Carlo Panti , Claudia Schiffer de vardır. Yakın zamanda Beckham ailesi de ada da kalmış. Dolayısıyla ünlü ya da çok zengin değilseniz adaya giremiyorsunuz. Yugoslavya’ nın dağılmasından sonra ada popülaritesini yitirir. 2007 yılının başlarında Singapur merkezli bir lüks tatil işletmesi olan Aman Resorts, gelip adaya yatırım yapmak ister. Tabii Budva’nın yerel yönetimlerinin canına minnet . Kimileri 49 yıl kimilerine göre 100 yıllığına bu iş adamı adayı kiralar ve restarasyon yapar. Şimdilerde ada dünyaca ünlü bir turizm merkezi haline gelir. Ünü gün geçtikçe artmaktadır. Ülkemizden bile Budva’ya özel turlar düzenlenmekte.
Merak etmeyin Karadağ’a gitmek için vize almanıza gerek yok. İstanbul’dan 1 saat 40 dakikada uçakla başkent Podgoritsa’ya iniyorsunuz . Pasaportunuz, yurt dışı seyahat pulunuz ,uçak biletiniz varsa gitmeniz için başka bir işleme gerek yok.
Svite Stefan adasından 7 km sonra Budva şehir merkezindesiniz. Sahil boyu bir gerdan gibi dizilmiş çok lüks oteller , malikaneler, barlar ve eğlence merkezleri ile dikkati çekiyor. Böyle birden bire nasıl gelişti diye sorduğunuzda bir çok dedikodu ile karşılaşırsınız. Ben epeyce detaylı bilgi edindim ama maalesef burada üstü kapalı anlatacağım.
Rus oligarklar Budva’ya gelir ve buralara yatırım yapmak ister. Yerel yönetimle sıkı ilişkiler kurarlar , anladığınız üzere paranın açamayacağı kapı yoktur. İstedikleri güzel arazileri uygun fiyatlara satın alırlar ve bu muhteşem binaları yaparlar. Tabi bütün bunlar ortaya çıkar, sebep olan yöneticiler görevden alınır ama yeni gelenler de aynısını yapar. Derler ki yeni gelenler ülke siyasetindeki baş aktörlerin adamları olduğundan onlara kimsenin gücü yetmez. Tahmin ettiğiniz gibi, burada da Rus Ruble’si kral olmuş demeden edemedim. Neyse bizi de ilgilendirmez ama halk bundan çok rahatsızmış.
Budva’dan çıkıp Kotor’a doğru yol aldığınızda Petrast sahil köyü var ki burayı da mutlaka görmelisiniz. Venedik mimarisinin hüküm sürdüğü orta çağ balıkçı kasabası, kıyıdan doğal bir müze gibi görünür. Kırmızı kiremit çatılı , küçük tahta pencereli evlerin arasından göğe doğru uzanmış antik bir kule görünür , ancak yaklaştığınızda tarihi kilisenin çan kulesi olduğunu anlarsınız. Güneş vurdukça kristal gibi parlayan tertemiz bir deniz Adriyatik. Sahil boyu uzanan yerleşim alanları, gök yüzünde sakince uçuşan bulutları ve masmavi gök yüzüyle Karadağ bende mistik duygular uyandırdı. Tertemiz doğası, yeşille mavinin sarmaş dolaş olduğu muhteşem bir ülke diyebilirim.
Sahil boyu denizin içinde dev dubaların sıralandığını görürsünüz. Dubalarda midye yetiştiriliyormuş, bu tarz midye çiftlikleri çok yaygın.
Çoğunluğu Ortodoks olan halkın, Katolik ve Müslüman olanı da elbette var.Nüfusun yüzde altısı Türk . Ülkenin ana dili Karadağca ama yöresel olarak Arnavutça, Boşnakça, Hırvatça, Sırpça da kullanılmakta. Balkan Savaşı’nda bölgede Türk koymamışlar , eziyetle Türkiye’ye göndermişler. Bosna Hersek, Kuzey Makedonya veya Kosova’da gördüğünüz ilgiyi burada göremezsiniz. Hele bir adım ötedeki Hırvatistan’a gittiğinizde size kinle bakan insanlara rastlamanız olasıdır.
Budva gece hayatı ve kumar severler için bulunmaz bir yer . Benim gibi tarihi mekan meraklıları, Stefan adasının karşı tarafında sahil boyu yerleşmiş Stefan köyünde vakit geçirip, yakın yerlerdeki orta çağ köylerini gezebilir.
Plajlara giriş ücretli değil ama plaj şemsiyesi ve şezlong kiralayacaksanız 16 euro gibi bir para ödersiniz. Etraftaki lokantalardan yemek yerseniz 50- 60 Euro cebinizden çıkar. Bir dilim pizza ya da İtalyan makarnasına 25-30 Euro verirsiniz. Tabi benim gibi dini bir hassasiyetiniz varsa ya aç kalırsınız ya da poğaça ve meyve ile geçiştirirsiniz. Kaldığınız otelde bu sorun olmaz ,size göre menü sunarlar. Benim için yemekten ziyade keşif önemli olduğundan ne yesem diye bir derdim olmuyor. Yeni mekanlarda keşifler yapmak beni doyuruyor açıkçası.
Şehri çepeçevre saran kara dağların büyülü görüntüsü , kristal gibi parlayan tertemiz denizi, ortaçağ Venedik mimarisini deneyimlediğim ve keşiflerime bir hikaye daha kattığı için Budva’yı severek gezdim.
Hoşça kalın dostça kalın.