Eskiden polisiye romanları çok okur, dizileri çok izlerdik. Geçmişte bir Komiser Colombo vardı. Tuhaf giysisi ile en kritik cinayetleri bile açığa çıkartıyor, bir dedektif tipi yoksa da kılığında, zekâsı ile cinayetleri çözüyor, failleri yakalıyordu.

Onun hayatında faili meçhul cinayetler olmazdı.

Fransız polis dedektifleri, bir cinayetin failini bulmaya çalışırken, “Maktul erkek ise kadınını, kadınsa erkeğini bul. Bu yolla sonuca varamazsan cinayetin sebebi paradır, o zaman da parayı bul!” diye başlarmış.

1969 yılı Ticaret Lisesinden mezun olduğum günden bu yana, birçok olaylarla karşılaştık, her kesimden insanlar tanıdık, yaşam cinayetlerine tanık olduk, geçim cinayetlerinin faillerini bulmaya çalışsak da, her nedense her zaman faili meçhuller listesinde kaldılar.

Cinayetleri kimin işlediğini bulamadık!

*

Şimdi hayat pahalı diyorlar, marketler stoka gidiyor diyorlar, zabıtalar dostlar alışverişte görsün kabilinden denetim yapsalar da, marketler günah keçisi olmaktan bir türlü kurtulamıyorlar.

Yani pahalılığın cinayetini onlar işliyormuş!

*

Günümüzde herkes piyasa ekonomi dedektifi oldu. Kim kimi kazıklıyor, kim nerede pahalı satıyor, kim terazide hile yapıyor, kim stoka gidiyor, kim kimi kıskanıyor, sizi temin ederim herkes herkesi takipte.

Ortada bir cinayet var, bu kesin!

Ama cinayeti kim işliyor! Dedektifler cinayeti işleyenin peşine takılıyor mu, yakalayınca da yasal işleme tabi tutuluyor mu?

Hal mafyasından söz ediliyor. Demişken, ah bir de hal yasası çıksa, ne iyi olacak! Ha, çıksa ne değişecek, doğrusu onu da merak etmiyor değilim.

*

Bu şehirde tuhaf şeyler yaşanıyor, sözüm ona hayat buluyor! Siz bundan yıkım cinayetlerini, hukuk cinayetlerini, imar cinayetlerini çıkarabilirsiniz!

Suyu getiren de bir, testiyi kıran da.

Langir lingir yazı yazanlar da bir, edebince, seviyesinde yazanlar da aynı kefeye konuluyor.

Ekonomi, piyasa cinayetinden söz ediyorduk, laf nerelere kaydı.

*

İstişareyi unuttuk!

Empati yapmayı bıraktık!

Rant avcılarının eline rantın silahını ve cephanesini verdik, sonra da ‘hırsızzzz vaaaarr!’ diye bağırmaya başladık.

Yaşanabilir bir şehir, huzurlu bir toplum, adil bir düzen için ‘gelin birlik olalım, ama önce samimi olalım, bu şehir bizim, bu şehri ayağa kaldıralım, marka şehir diyoruz ya, marka şehir olması için seferberlik ilan edelim!’ deyin bakalım bir hele, nelerle karşılaşacak, neler duyacaksınız!

Herkes laf ebesi, ama elini taşın altına koyan yok! Yerel yöneticileri de, bürokratları da, kentin geleceğinden ve inşaasından sorumlu olduğunu ileri süren siyasetçileri de, ‘Ben yazarsam yer yerinden oynar, ben kalem oynatırsam kıyamet kopar, memlekette herkes kaçacak delik arar!’ iddiasındaki basın camiası da, bu şehrin gelişmesine öncülük edecek, katkı sağlayacak sivil toplum kuruluşları da duymazdan gelecekler.

Geldikleri gibi…

*

Bu şehrin kaderine tüküreyim ben!

Yazının başlığında da söyledim ya, katili tanımak, bulmak istiyorsanız, önce paraya bakacaksınız. Hani şu her kapıyı açtığı, ama yeri ve zamanı geldiğinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan kâğıt parçasına…

Günümüzdeki sosyal patlamanın, pahalılığın, ahlaksızlığın, samimiyetsizliğin, basiretsizliğin ve tutarsızlığın katilini arıyorsak, önce kendi nefsimize bakacağız!

Önce aynaya bakıp, katili kendi vicdanımızda aramalıyız! Polisiye romanlarında, dizilerinde değil…

Ve başka mahallede de…