Bu benim kendi düşüncem, bu fikre katılıp katılmamak da sizlerin. Son yıllarda Z kuşağı diye bir kuşak koydular önümüze, vurun dediler, bunlar şöyle, bunlar böyle… Biz de zaten her şeyi sorgulamadan alıp kabullenen bir toplumuz, yeter ki sosyal medyada önümüze gelsin. Hemen sahiplenir, inanırız. Oysa onlar sorgulayan bir kuşak, bizim gibi büyükler ne dediyse onu yapan değil. Dolayısıyla anlaşılmak, konuşulmak, muhatap alınmak istiyorlar. Bunu rahatlıkla söylüyorum çünkü yıllardır, eğitim ve kültür temalı derneğim ve yaptığım söyleşiler sayesinde genç nesil hep muhatabım oldu. Onlarla programlar, projeler yaptık. Oturup saatlerce, günlerce konuştuk, bazen dertleştik. Onları dinledim, hatta dinledikleri müzikleri de dinledim, okudukları kitapları da okuyup, karşılıklı tartıştık. Bizi, bizim gibi anlayan bir sizi gördük hocam dediklerinde yüreğim burkuldu. Elbette bu güzel birşeydi ama neden ebeveynleri, okulda hocaları, mahallede komşuları değil de sadece benim onları anladığım kanısına vardılar diye de hayıflandım işte.
Onlar biz Z kuşağıyız, aykırıyız, asiyiz diye ortaya çıkmadı, çıkartıldı. Elbette çağın, çağın getirdiği teknolojinin de etkisiyle farklı bir dünya görüşüne sahip oldular. Bundan daha doğal bir durum elbette beklenemez.
Ama onları yargılayıp, ötekileştirmek yapılabilecek en kötü tavırdır. Bu muamele bir kesimin yaptığı bir muamele değil, her kesimin kendi cephesinde yaptığı bir ötekileştirmedir. Sonra gençlerin kafasında ben neymişim, bir taraf kötü diyor, diğer taraf yürü şanın yürüsün diye gaz veriyor diye baktı kaldı , yani kafası karıştı. Aslında hiç kimsenin bunda suçu yok. 60‘lar, 70’ler , 80’ler üzerinde de siyasi ve düşünsel tuzaklarla yine gençler üzerinde ötekileştirme yapmıştı o bir takım üst akıllılar. Dünyayı karıştırmaya çalışan, her daim kullandıkları akıl oyunlarını bu sefer uydurdukları Z kuşağı üzerinde deniyorlar. Nasılsa daha önce ötekileştirme ve ayrıştırma planları tutmuştu şimdi bu da tutardı. 80’lerde gençleri sağ, sol fikriyle yine bu akıl dökmedi mi sokağa? Gelişmekte olan ülkelere bu tuzakları çok kolay kuruyorlar. Emin olun, batı ülkelerini görüp, sosyal hayatlarını gözlemlemiş biri olarak şunu rahatlıkla söylüyorum, oralarda bu Z kuşağı muhabbeti duymadım. En azından bizimki gibi ayyuka çıkarıp ayrıştırmıyorlar.
Kimdir, necidir bu Z kuşağı bakalım. İnternetin kitlesel olarak benimsenmesinden sonra doğan ilk kuşak. Dolayısıyla dünya avuçlarının içinde doğdular. Bir önceki kuşak TV başında saçma sapan Türk filmleri ve empoze ettiği zengin kız, fakir oğlan, elinde sigara, önünde rakı konseptli sinema aklı bize de az kıymadı. Hatta daha da ileri gidip, hacı, hoca, hurafeciler diye bir kesimin irdelenmesi, dalga geçilmesi çok alkışlandı, bir taraf ötekileştirildi, alay konusu oldu.
Şimdiyse bir tuşla her yere, yanlış doğru her bilgiye ulaşabilen bir kuşak var. Büyüklerinin gözlerinde büyüttüğü dünya o kadar da büyük değilmiş imajı belirdi kafalarında. Ebeveynleri yokluk ve imkânsızlıkla büyümüştü, çocukları rahat etmeliydi, böylece tüm imkânlar önlerine sunuldu. O halde hayat o kadar da zor değildi. Ama bir sorun vardı, gelecek kaygısı.
Gelecek kaygısını belki de en fazla hisseden kuşaktı. Çünkü mücadeleyi öğrenmemişlerdi. Finansörleri yanı başlarındaydı. Korku ve korkuyla yönetme politikasının bir el tarafından iyi kullanıldığı bir çağda olmaları onların en şanssız olduğu durumdu. Çünkü o el onların yatak odalarına kadar girmişti. Salgın hastalık ve biyolojik savaşlar, sıcak savaşların doğurduğu göçler, küresel endişeler, dünya düzenindeki sıkıntıları anında öğreniyor, hatta yaşıyorlar ve korku hissi ile ruhları ıstırap çekiyor. Bu yaşta en öğrenmemeleri gereken şeyi öğrenmişlerdi, korku, gelecek kaygısı. Bu da internet, sosyal mecra aracılığı ile her an her saniye ellerinin altında propagandalar aracılığı ile kayıyordu. Sonuç Z kuşağının ruh hali diye bir şey doğdu. Korku en müthiş silahtır. Eskiler ,bir insanı öldürmektense korkut derler.
Bu kuşağın tam da sosyalleşmesi, kırda bayırda dolaşması, eğlenmesi, şiir yazması, kitap okuması falan filan daha birçok şeyle kendini, ruhunu doyurması gerektiği yaşta okullara, sınavlara, okul sonrasında yine sınavlara mahkûm edip, bunları geçmezsen insan olamazsın kaygısı ile taş duvarlara kilitledik. Ne oldu? Z kuşağı duygusuz, depresyonda, kaygılı, saygısız, bencil gibi tanımlarla Z’yi kalıptan kalıba soktuk.
Onların suçu değil bu, sizin suçunuz, bizim suçumuz. Hayat dengeler olduğu sürece yaşanılır hal alır. Oysa biz ebeveynler evladımızı yetiştirirken her şeyi ona sınırsız sunduk. Elbette internet ve dijitalle haşır neşir olacaktı. Ama dengeyi onlara biz öğretecektik. Daha bebekliğinde, mama yerken oyalansın diye video açıp önüne koyan, ağlamasın diye ne olduğunu araştırmadan oyun açıp eline veren ve bu garip mecra ile baş başa bırakan yine biz. Ne bekliyoruz şimdi bu çocuklardan, düzen, saygı, büyüğünü tanı, kültürüne ve tarihine sahip çık, uslu bir genç ol. Maalesef ona nasıl olması gerektiğini, işte o dijital dünya öğretti. O dijital dünya ne öğrettiyse, onlar da bize onu sunar. Elbette ebeveynler yoğun çalışmak durumunda kalıyor, evlatlarına istedikleri gibi zaman ayıramadığından, okul ve farklı mecralardan destek alarak hayatlarını kolaylaştırıyorlar ve haklılar. Ama bu dijital çağda yapılması gereken, önce aile birliğini koruyucu hayat tarzını benimsemek. Akşam evde toplanan aile bireylerinin her birinin elinde telefon, karşılarında TV odaklı bir hayat tarzıyla bunu yapmak mümkün değil. Kaç kişi akşam yemeğinde günün nasıl geçti muhabbeti yapıyor, sonra tarih, kültür, hayata dair meseleler konuşuyor. Onu motive edici sıcak cümlelerle yüreklendiriyor. Öğretmenine çemkirmeyi hak savunuculuğu, sırada arkadaşının önüne geçmeyi meziyet sayan, giydiği ayakkabının markasıyla arkadaşına hava atmayı özgüvenmiş gibi gösteren söylemlerden bahsetmiyorum. Maalesef son yıllarda ebeveynler çocuklarını bunlarla motive eder oldu. Ama şunu unutmamak lazım, bir gün o bıçağın ucu size de değer. Sosyal hayatta kötü davranan, bencil olan çocuk ana babasına da aynısını yapar.
Evlatlarımız bizim geleceğimiz, onların istediği tek şey anlaşılmak, dinlenmek ve ortak payda da bir hayatın içinde ötekileştirilmemek. Öz güven diye şımarıklığı öğrettik, sonuca katlanmak da ailelerin payına düştü.
Hoşça kalın dostça kalın.