Uyanık, gözü açık, zeki olduğunu sanan, aslında daha çok aptal pozisyonları ve hareketleri ile tanınan kadın veya erkek fark etmiyor, bilumum insanoğlu, özel, ekonomik, toplumsal, ailevi veya sosyal şartların da getirdiği, zeminin de hazır ve müsait olduğu zamanlarda, kendilerini kullanışlı aptal yerine koydururlar.
Ve bunu da bir ihtiyaç olarak algılarlar. Karakteri de müsait ise tabi…
Haliyle, kullanışlı aptallık, onlar için tutunacak bir dal, bir umut haline gelir. Karakteri de zayıf ise, ayarı bozuksa, şaftı kaymış, şirazeyi kaybetmiş ise, bu sıfat, bu etiket, yakalarına rozet gibi yapışır kalır, siz deyin tutkal ile ben deyim zamkla ne kadar uğraşsanız da çıkmaz o rozet yakadan.
Hele bir de sokağın, mahallenin diline düştüyse, vay haline!
*
Bir insan nasıl kullanışlı aptal olabilir, hangi hallerde bu sıfat rozet gibi yakasına yapıştırılır!
Kendini olduğundan fazla pazarlama ve görebilme-gösterebilme egosu altında ezilmenin verdiği aşağılık duygusu ile bu tiplerin dengesiz bir yaşamı vardır. Ev bilmez, bark bilmez, serseri, derbeder ruhla, gece kuşları gibi, bazen de nerede sabah orada akşam misali, düzensiz, dengesiz bir yaşamı kendisinin de hakkı olduğu düşüncesinden yola çıkarak, hayatı televizyonlarda gördüğü pembe dizilere benzetip, onlara özenir, onlar gibi yaşamın kendisinin de hakkı olduğunu düşünür, sosyal yaşamın nimetlerinden istifa edeyim derken, bir de bakmışsın bataklığın içindesin.
Acizdir, zavallıdır bu tipler. Aslında insan görüntülü yılandır, nerede ve ne zaman sokacağı bilinmeyen zehirli akreptir. Kendini çiçek yerine koysa da aslında zakkum’dan farkı yoktur.
Başkasının parasına, başkalarının yaşam tarzına, başkalarının ilişkilerine özenirler, ‘Ben de gencim, ben de yakışıklıyım, ben de mesleğimin zirvesindeyim, ben de güzelim, onlardan neyim eksik!’ diye düşünür, kendini bırakır, kim tutarsa, kim kaparsa elinde kalır!
*
Sürekli ezilmişlik duygusu içinde, altında yaşadıklarından, gözü sürekli başkalarının yaşam biçiminde, başkalarının parasında, başkalarının sosyal yaşamında olduğu için, kendini hayatın akışına kaptırıp, zaten özünde, zaten yüreğinde, zaten geleneğinde onur, haysiyet, şeref ve vefa duygusu da olmadığından, bir gün çukura düşeceğini, bataklığa saplanacağını hesap edemez!
Aklını alanlar almıştır bir kere.
Sinsidirler, yılan gibidirler. Sokmak için, zarar v ermek için fırsat kollarken, başkalarının elinden tutmasını, bir yerlere taşımasını kazanç hanesine yazmak yerine, bir iki görüşme, konuşma ile mesleğin zirvesinde olduğu kanısına kapılıp, mesleki sarhoşluğun kulvarında yürümeyi meslek etiği sayar.
Çekip gidince de kullanıldığını düşünür!
*
Bir gün, çok yıllar önce, Şanlıurfa Valilik konukevine gitmiştim. Eski taş bir bina. Ki önceleri lokanta imiş. Ama mimari tarzı harikaydı. Neyse… Orada çalışan görevli, yemekten sonra ‘şıllık’ önermişti. Nereden bileyim şıllığın yöreye has bir tatlı olduğunu… Bizdeki anlamı başka, farklı… Maraş’ta biliyorsunuz iyi saymazlar. Şaşırdığımı, paniklediğimi anlayınca çalışan çocuk izah etmek zorunda kaldı.
Yine geçmişte, Kilis’e gitmiş, Belediye Başkanının konuğu olmuştuk taş bir binada. Eski AK Parti milletvekili imiş, soyadı Kara idi, adını unuttum.
Orada önerilen ve önümüze getirilen ‘cennet çamuru’ tatlısını da ilk kez tattım hayatımda.
*
Bizde, şıllık, şarmıta, şırfıntı’ya iyi demezler.
Neyse…
Allah kimseyi kullanışlı aptal etmesin!