Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümüne özel yazı dizisi başlatan Kahramanmaraşlı Müzik Adamı, Araştırmacı ve Bağlama Üstadı Mehmet Bağlar, Dr. Gökhan Gökşen’in Abdal Halil Ağa’nın hayatını konu alan Beyaz Sessizlik kitabını yazı dizisi şeklinde köşesine taşıdı.

Halkı mücadeleye ikna etmek için Pazarcık aşiretlerinden birisiyle görüşmeye giden Muallim Hayrullah ve arkadaşlarına;

Aşiretini düşünmek zorunda olduğunu söyleyen aşiret reisi;

- Aşiretimin savaşmayı bilmeyen, çocuklarının vebalini alamam. Fransızlarla bunlar nasıl savaşsın. Doğru dürüst silahımız bile yok. Bu mücadeleye giremeyiz derken.

Yan odada gizlice konuşmaları dinleyen aşiret reisinin anası içeri girer;

- Bu mücadeleye katılmazsan sütümü helal etmem. Diyecek ve Pazarcık çetelerinin Maraş Harbine katılmasını sağlayacaktır.

Pazarcık çeteleri Maraş Harbinden sonra Antep’te de destanlaşacaktır.

İşgal altında insanları mücadeleye ikna etmek gerçekten zor bir iştir.

Şu an bile inandığınız doğrular için başkalarını harekete geçirebilmenin zorluğunu düşünürseniz anlarsınız.

Sonuçta Maraşlı çetelerde insandı.

Bu mücadeleye inanmaları gerekiyordu.

Abdal Halil Ağa’nın böyle bir ortamda söylediği sözler tıpkı Pazarcıklı aşiret reisinin annesinin basit görünen sözleri gibi tarihe yön verecektir.

Maraş’ta Mehmet adındaki gencin çete olarak aralarına katılmasını isteyenlere,

Mehmet;

-Siz benim ölmemi mi istiyorsunuz? Ben nasıl savaşırım. deyince.

Annesi dayanamaz;

-Oğlum, biz seni bu günler için yetiştirdik. Herkes savaşıyor sende katılsana der.

Mehmet;

- Ana sende mi benim ölmemi istiyorsun? Nasıl savaşırım. Herkes ölüyor dediğinde,

Anası;

- Yemedik yedirdik, baban seni sütle balla besledi ki yiğit olasın vatanı koruyasın, ölürsen şehit olursun. Biz seni bunun için yetiştirdik. dese de oğlunu ikna edemez.

Bunun üzerine;

-Verin tüfeği, kurşunu onun yerine bu evden ben savaşayım. Diyerek silahı kuşanır kapıya yönelir.

İşin ciddiyetini ve yaptığı hatayı anlayan Mehmet anasından tüfeği, kurşunları alır ve çetelere katılır.

Harbin sonuna kadar cesurca savaşır, sonra Antep’e yardıma gidecektir.

Farklı düşüncelere sahip insanları mücadeleye ikna etmek gerçekten her devirde zordur.

Maraş’ın abdalının söylediği sözler daha işgalin ilk günü kulaktan kulağa hızla yayılmıştır.

İşgalle mücadele gerektiğini, gardaş olduklarını, birbirlerinden başka kimselerinin olmadığını, tartışmasız herkese kabul ettirmiştir.

Abdal Halil Ağa’nın her kelimesi üzerine sayfalarca eserin hazırlanabileceği sözleri ve davulunu tüm baskılara rağmen susturması; Maraş halkını çok etkilemiştir.

Yıllar sonra bile Abdal Halil Ağa ve onun nesline karşı saygı ve sevginin devam etmesi bile bunun göstergesidir.

Maraşlıların davulcu abdallara karşı gösterdiği sevginin, onlara gösterdiği hürmetin başka hiçbir şehrin abdallarına gösterilmediğini düşünmekteyim.

Maraş abdallarının hepsi onun torunu olduklarını ve bununla gurur duydukların her fırsatta dile getirirler.

Şehir dışından gelen abdallar bile Halil Ağayı sahiplenir.

Tüm bunlar o gün Abdal Halil Ağa olayının Maraşlıları ne kadar etkilediğinin göstergesidir.

Fransız silahlı birliklerinin girdiği gün işgali, esareti sindiremeyen Maraşlının yüreğinin sözcülüğünü Abdal Halil Ağa ve susan davulu yapmıştır.

Maraş’a kısa sürede yayılan bu olayın, işgale karşı zafere ulaşan ilk şehrin Maraş olmasında büyük katkısı olmuştur.

FRANSIZ BİRLİĞİNİN GELİŞİ

İşgal günü Fransız öncü birliği 400 askeriyle şehre girerken Ermeniler sevinç çığlıkları atıyordu.

Birliğin içinde ki 200 asker ne acıdır ki bir zamanlar millet-i sadıkâ denilen Ermeni Osmanlı vatandaşıydı.

Fransız askeri üniformasını giymekten hiç çekinmemişlerdi.

Kadınları ve kızları Fransız birliğini karşılamaya gitmişti.

Bir dönem Osmanlı mebusu olan Agop Hırlakyan karşılamayı tertip etmekte bir mahsur görmemişti.

Agop, Fransız ordusunu bağrına basacaktır.

Hem de vekilliğini yaptığı Maraşlının başına gelecekleri bile bile…

Oysa Maraşlı Müslüman halkın kadınları evlerinde gözyaşı döküyordu.

O gün şehir de büyük bir hüzün vardı.

Kapkara bulutlar şehri kaplamıştı.

Özgürlükleri ellerinden alınmıştı. Artık bizim ordumuz bizim devletimiz diyecekleri güç kalmamıştı. Yıllarca savaştıkları sömürge güçlerin insafına bırakılmışlardı.

Evlatlarının, kardeşlerinin savaştığı güç şimdi şehirlerine gelmişti.

Ne yapağını kimse bilmiyordu.

Aslında herkes bir şeyler yapmak istiyordu.

Zaten azim ve kararlılıklarını, özgürlüğün bedelini ödemekteki cesaretlerini tarih yazacaktı.

Ama işgal güçlerinin geldiği gün yalnızca ağladılar.

Ermenilerin;

- Pis Türkler sizi keseceğiz!

- Artık burası Ermenistan

- Ay doğdu, gün doğdu, burada Ermenistan oldu

- Fransızlar yedi lokumu Müslümanlar yesin …..mu

Sözlerine, hakaretlerine karşı sadece sustular.

Tıpkı Abdal Halil Ağa’nın davulu gibi bir köşede susmayı, ağlayarak Allah’a yalvarmayı seçtiler.

Millet; yüreğinin sesi olan Abdal Halil Ağa’nın yaptığı gibi yapmıştı. Maraş derin bir sessizliğe bürünmüştü.

Şehirden yükselen arsız sevinç sesleri Ermenilere aitti.

Küçük bir yer olduğu için hemen herkesin tanıdığı Abdal Halil Ağa olayı işgal günü yüreklerin su serpmişti.

Hani kızgın güneşte yanıp kavrulan, günlerdir bir damla su görmemiş bir insanın yüzüne su serpersiniz ya, aynen öyle bir serinlik vermişti Abdal Halil Ağa bu kötü günde.

Öyle ya sapla samanın karıştığı bu mahşer gününde Abdal Halil Ağa’nın mertliği, davulun tokmağı gibi sözlerinden başka sevinecek bir şeyleri yoktu o gün.

Maraş tabiri ile din gardaşlarının “yüreklerini soğutmuştu” Abdal Halil Ağa.

- Fransız asgerleri Maraş’a gelik duyduu?

- Ha bizim Ermeni komşu sizin deriizi yüzücüler. Fransızlar deri yüzme makinesi bile getirdi di.

- Abdal Hallağa’ya da Fransızı davullan zurnaylan karşıla aha saa altın demişler. O da “ben din gardaşlarımın bağrına çomamı vurmam diik” duyduu?

- Allah ondan ırazı olsun, Allah yardımcımız olsun.

-Abdal Halil ağa ne diik?

- Benim davulumun kasnağını altınla doldursaz ben din kardaşlarımın bağrına çomağımı sokmam diik.

---??

MARAŞ HARBİNİN PSİKOLOJİK YÖNLERİ

Maraş Harbini psikolojik harp olarak değerlendiren bir çalışma hiç okumadım.

Maraş Harbi bu yönde değerlendirildiğinde çok kıymetli verilere ulaşılacağını düşünmekteyim.

Burada kısaca ele almaya çalışacağım.

Ey Necibe-i, Milleti, İslamiye vaktına hazır ol. 1300 senedir Allah’ını ve peygamberini, senden memnun ederek meydana getirdiğin bir din ölüyor.

Yani ecdadının kanı pahasına fethettiğin bir kalenin burcundaki al bayrağın bu gün Fransızlar tarafından indiriliyor, şimdi acaba bunu geri yerine koyacak sende birkaç yüz İslam kanı ve gayreti hiç mi yok. İtişaş arzu etmeyelim yalnız pür vakar ve azamet olarak sade o al bayrağımızı geri yerine koyalım. Tekrar kemali azamet ve mehabetle geri yerlerimize avdet edelim. Korkma seni burada birkaç yüz Fransız kuvveti kıramaz. Sen mevcudiyetini gösterecek olursan değil birkaç yüz Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti bir olsa yine kıramaz, buna emin ol.

Şöyle bilmek lazım ki muzaffer bir kalemizin üzerinde bir yabancı bayrağının dalgalanmasıyla kılacağın namaz sakıttır. Haydi, haydi vakit tamam, burada göstereceğin fedakârlık Kâbe yolunda yeşil sancağın gölgesinde can vermeye benzer.

Ey! “Ulu Müslüman.”

28 Kasım 1919 Avukat Mehmet Ali Kısakürek, sabah kalktığında kalede Fransız Bayrağını görünce bu beyannameyi yedi nüsha olarak yazıp elden ele okunmasını sağlamıştır.

Bu beyannameden bir ay önce Abdal Halil Ağa mevcudiyetini göstermiştir.

Milletin manevi duygularını harekete geçirmeye çalışan Avukat Mehmet Ali Kısakürek’in bu beyannamesi etkisini gösterecek ve bayrak hadisesi cereyan edecektir.

Abdal Halil Ağa’nın işgal günü söylediği sözleri de Maraş mücadelesinde aynı etkiye sahiptir.

Cesaret veren bu sözün etrafında Maraşlı birleşecektir.

Fransız işgalinin son 22 günü şehirde çetin bir mücadele yapılır.

Maraş harbinin kahraman çeteleri savaş başlamadan aylar önce olan Abdal Halil Ağa olayının maneviyatlarını çok etkilediğini defalarca söylemişlerdir.

Allah ondan razı olsun demeden sözlerini bağlamamışlardır.

Maraş’ta 22 gün süren Maraş Harbi’ni Maraşlılar sağlam iradeleriyle kazanmışlardır.

Top seslerinin uğuldadığı, silah seslerinin susmadığı, soğuk Maraş ayazının yürekleri titrettiği günlerdi.

Kıtlık, açlık şehri sarmıştı.

Gerek Fransız ve Ermenilerin ateşlerinden dolayı, gerekse Müslüman Maraşlıların müdafaa için kendi evlerini yakmasından dolayı şehir alev alev yanıyordu.

Analar bebelerini, babalar oğullarını kaybediyordu.

Ölülerin kokusu şehrin her yanına yayılmıştı.

Bu ağır koku aylarca şehirden gitmeyecekti.

( Bu kokudan dolayı aylarca yemek yiyemeyenler olacaktır.)

Topu topu sayısı yüzlerle ifade edilen çeteler vardı.

Savaşın son günlerinde Aslan Bey’i elindeki tek bir silahla, koca bir mevzide tek başına, işgal güçlerinin kışlasına ateş ederken göreceklerdir.

Düşmana tüm siperler dolu mesajı veriliyordu.

Belki de şanlı ecdadın ruhları Aslan Bey’in yanı başındaydı kimbilir.

Çünkü Maraş’tan kaçan Ermenilerin bazıları yıllar sonra, Suriye de karşılaştıkları Maraşlılara “bizimle savaşan yeşil sarıklı ateş saçan atlılar hâlâ duruyor mu?” diye soracaklardır.

Aslında o sıkılan kurşunlar bu şehirde hâlâ özgürlük savaşçılarının yaşadığını anlatmak için işgalcilere yazılan mektuplardı.

Divanlı Camii İmamının, minarede elindeki demirle minarenin demirlerine vurarak mitralyöz sesi çıkarması bile bu savaşın psikolojik bir baskıyla kazanıldığının göstergesidir.

Allah sevgisiyle insanı sevmeyi öğrenen, ama vatansız Cuma namaz bile kıldıramayacağını bilen bir imamın, işgali durdurmak için yapabileceği tek şey buydu.

Minarede hedef olacağını, şehit olacağını bildiği halde, bir insanı öldürmeden; işgal güçlerine karşı yapabileceği tek şeydi bu yaptığı.

Abdal Halil Ağa da savaşın bu yönünün baş aktörüdür.

Halkın mücadelesini başlatmak amacıyla Maraş Müdafaa-i Hukuk yöneticileri tarafından bilinçli bir şekilde; günler öncesinden Sivas Temsil Heyeti’nin 2000 Kuvva-i Milliye askerini Maraş’ı kurtarmak için yollayacağı söylentisi yayılmıştı.

Güvenilir bir insan olan Hafız Ali Efendi, Kuvva-i Milliye’nin gelip gelmediğini kontrol etmesi için Pazarcık’a gönderilecekti.

Oysa dağ gibi Kılıç Ali Paşa ve onun 60 kişilik birliğinden başka kimse gelmeyecekti.

Bu gerçeği söylediğinde milletin kuvveti maneviyesinin azalacağını düşünen Hafız Ali Efendi, yalan söylememek için uzun bir süre Pazarcık’ta kalacak, sonunda “her yer asker dolu” diyerek milletin manevi gücünü artırmaya karar verecektir.

Maraş Harbine katılan çetelerimiz Sivas’tan beklendiği kadar destek gelmediğini hatıralarında söyleseler de;

beklenenden daha büyük bir güçle, Kuvva-i Milliye gelmişti.

Başkaları değil kendileriydi aslında gelecek olan kuvvet…

Hep bir başkası tarafından kurtulacağını düşünen insanlar kendilerinin o güç olduğunu bilmeden savaştılar.

Kuvva-i Milliye gelmese Maraş işgalden nasıl kurtulabilirdi ki?

Milletin gücü manasına gelen Kuvva-i Milliye Maraşlının kendisiydi.

Aslında söylenenler olmuştu. Yıllardır mağlubiyetten, zulümden başka bir şey görmeyen Anadolu halkının kuvveti maneviyesi canlanmıştı.

Bu gücün gelmesinde Abdal Halil’in sözlerinin çok büyük etkisi olmuştu.

O GÜN BEKLENEN MEHMETÇİĞE

Hâlâ yüreğimde yüreğin,

Ve hâlâ gözlerimde hayalin.

Kimsesiz yıkık kalbime,

Seni gömsem de,

Binlerce çiçekle birlikte.

Gelemeyeceğini bilsem de

Söz seni bekleyeceğim.

Ve cennette kızıl güllerle birlikte

Seni göreceğim Mehmedim…

Şehidim.

Maraş’ın mert insanları, ecdada, vatana, dine, bağlı kahraman halkı, Kemal Paşa’nın bile tahayyüllerinin çok öncesinde mücadeleye başlamıştı işte.

Özgürlük onların ruhunda vardı.

Maraşlıların evlerini yakarak düşmana set çektiği haberini alan Kemal Paşa “yaksınlar, onlara direkleri altından evler yapacağım.” diyerek bu imanın neticesini bekliyordu.

Çünkü işgali bu milletle yok etmeyi düşünen Kemal Paşa da bu milletin ilk mücadelesinin yapıldığı Maraş harbinin sonucunu bekliyordu.

Bütün bunlardan habersiz evinin avlusunda oturan Abdal Halil Ağa’nın sözleri işgalden önce tarihe kazınmıştı bile.

Savaşın en sert günlerinde bile ezanlar susmayacaktır.

Çünkü yalnızca ruhuyla savaşan milletin ezanları susmamalıydı.

Bana kurşun geçmez.” diyen müezzin günlerce beş vakit ezanı okumuştu.

Savaşın son günlerinde şehit edilen bu müezzinin şalvarında onlarca kurşun deliği bulunmasına rağmen sadece kasığında bir dom dom kurşunu yarasına rastlanacaktı..

Bakın Müslüman’a kurşun geçmiyor.” diyerek, Şubat soğuğunda soyunarak kurşunların önüne atlayan, millete inancın gücünü ispatlamaya çalışanlar da vardı.

( Bu olayın şahitlerini Hakim Mustafa Kanadıkırık Beyefendi mahkeme tutanağıyla kayıt altına alacaktır.)

Kurtuluş gününden iki gün önce sadece sıradan sivil olan bu yiğit insanların en zor günüydü.

Ölümün keskin kokusu şehri sarmıştı.

Evleri yakılanlar, bebekleri ölenler, sokak aralarında kazma, kürek, sopayla mücadele edenler yirmi günün sonunda anlamsız işgalin, anlamsızlığını yaşadılar.

Çocuk ve kadınlar “kaç kaç” denen göçle yakın köylere gönderilmişlerdi.

Düşman Mercimek Tepe ve Erkenez mevkiinden yaptığı çapraz top ateşiyle şehrin altını üstüne getiriyordu.

Kıtlık ve Maraş’ın ayazı artık daha dayanılmazdı.

Anasının donmuş cesedinin memesine yapışarak donan bebek cesetleri arasında gezen, komşularının, gardaşının, anasının, evladının cesedini gören, ruhu olan hangi insan savaşın anlamsızlığını yaşamazdı ki?

Maraşlı geri çekilse Sivas’a kadar Fransızların kontrolüne girecek bir koridor oluşacaktı.