Abdal Halil Ağa’ya o gün işgal güçlerinin çaldıramadığı davulun sesidir.

29 Ekim 1919 Çarşamba günü akşamı başlayıp, 12 Şubat 1920 sabahına kadar süren işgal günlerinde Maraş’ı kaplayan acıların adıdır.

106 gün boyunca süren hüznün, yasın, ölümün, kan ve barutun sesidir. Sessizce edilen duaların sesidir.

Beyaz sessizlik;

Karlarla kaplı beyaz bir şehrin sessiz bekleyişidir.

Beyaz giysili bir adamın davulunun sessizliğidir.

İhanete, yalana, ihtirasa kapılmadan yaşayan, adı sanı unutulan kahramanların sesidir ”beyaz sessizlik”

Bu toprağı vatan yapmak için sessizce toprağa düşenlerin sesidir.

Bu sesi duymak isterseniz yüreğinizi dinleyin.

İnançları için, bizler için, hiçbir karşılık beklemeden; Sarıkamış’ta, Yemen’de, Medine’de, Kerkük’te, Çanakkale’de, Maraş’ta, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve aklınıza gelen her karış vatan toprağında yapılan fedakârlıkları düşünün...

Yürek gümbürtüsünden başınız uğuldarken sessizce bekleyin. Sizden başka kimsenin duymadığı derin bir sestir yüreğinizde duyduğunuz.

İşte ”beyaz sessizlik” budur.

Abdal Halil Ağa’nın çalmayan davulunun sesidir.

Bugün şehit cenazelerinde duyulan yürek gümbürtüsünün hüzünlü sessizliği ile aynı sestir.

Derin bir sessizlikle aynı duyguları hisseden Anadolu halkının duyduğu sestir.

Bu ses bu milletin gücüdür.

Kuvva-i Milliyedir.

ABDAL HALİL AĞA’NIN DURUŞU

Torunları ve kızlarıyla yaptığım görüşmeler sırasında da tüm fakirliklerine karşın asil, vakur ama kelimelerle tasviri zor mütevazı duruşları dikkat çekiciydi.

Eminim aynı duruş Abdal Halil Ağa’da da vardı.

Bu insanların Anadolu ruhunu yansıtan bu duruşlarını günümüz insanlarının görmelerini isterdim.

Öyle bir halleri var ki kibirden zerre yok.

Ama aynı duruşta vakur, onurlu bir ifade de vardı.

Dik omuzları hafif geri de dururken boyunları başları hiç eğilmemiş kahramanlar gibiydiler.

Günümüz dünyasının aradığı, üzerine araştırmalar yapılan, kitaplar yazılan, iletişim, kişisel gelişim, hümanizm gibi pek çok söylevin üzerinde, hayatı özümsemiş, insan olmayı ruhuna sindirmiş, onu yaşayan saf Anadolu insanlarıydı karşımda duranlar…

İçi dışı bir olmayan insanlar böyle duramaz.

Bugünün kalabalık toplumunun bir parçası olan Maraş Abdallarını; uzun süredir çalışma yaptığımdan olsa gerek, kendilerine özgü bu duruşlarından kolaylıkla ayırt edebildiğimi söyleyebilirim.

Mehter bölüğü merasimlerinde peygamberimizin adı zikredilince rükua gider gibi eğilen mehteran, padişaha sadece baş selamı verir.

Onun dışında tıpkı Abdal Halil Ağa gibi dik duruşunu bozmaz.

Saltanatın ve istiklâlin davulları kimseye boyun eğmez.

AHİLİK KARDEŞLİK VE SİVİL İNİSİYATİF

Abdal Halil Ağa davulunu çalmayı ret etmesinin yanında dikkat çekici diğer nokta Fransız ordusu şehirde davul çalacak tek bir Müslüman bulamamıştı.

Onları Ermeni kadınların çılgınsı sesleri ve birkaç Ermeni mızıkacısı karşıladı.

Ama Anadolu’nun sesi olan davul yoktu karşılayanlar arasında.

Aynı günlerde bazı aydınlar, gazeteciler hatta yöneticiler bu işgalin kabullenilmesini istiyordu.

Erzurum, Sivas kongresine katılan işgal karşıtı vekiller için de dahi, dış güçlerin desteği olmadan yani bir mandayı kabul etmeden istiklâl mücadelesinin yapılamayacağını savunanlar vardı.

Oysa Abdal Halil Ağa bir an bile tereddüt etmeden, “acaba kim beni korur” demeden bildiği doğruları sıralamıştı.

Maraş da bayrak hadisesi öncesi Ulu Cami’de toplanan kalabalığa Teğmen Kenan; “Bu olayı bu kadar büyütmeyin, İstanbul’da bile Türk bayrağı yok.” demekte vermekte bir beis görmüyordu.

Bu sözlerden sonra caminin arka kapısından zor kaçacaktır.

Bazı idarecilerin aldıkları altınlarla işgal güçlerini, Ermenileri kolladıkları konuşuluyordu.

Anadolu’nun sesi olan davullar, Abdal Halil Ağa sayesinde, her bedele razı olarak bu tarihi hataya düşmediler.

Kardeşlerini istiklâlden mahrum etmeye gelen işgal güçlerini karşılamak bedbahtlığını yaşamadılar.

Kızına;

- Hiç kimse çalmamış mı? diye sorduğumda.

Bu sorunun sorulmasını dahi tuhaf bulan bir ifadeyle;

- Babamın değneğini kim atlayabilirdi ki, dedi.

Babasının ölene kadar Maraş davulcularının başı olduğunu söyledi.

Ağa ünvanı da bu sebeple kullanılmaktaydı.

Davulcubaşı” soyadını verilmesinin sebebi de buydu.

Günümüz Türkiye’sinde sivil toplum kuruluşlarının öneminden yeni yeni bahsedilmeye başlanmıştır.

Meslek odaları, dernekler, vakıflar, sendikalar etkin olmaya çalışmaktadır.

Abdal Halil Ağa olayı o dönem bir meslek grubunun sivil örgütlenmesinin gücünü göstermesi açısından da önemli bir vakıadır.

Başı olduğu, ağası olduğu Maraş davulcularının hiçbirisi Fransız ordusunu karşılamaya gitmemiştir.

Fransız işgal ordusu o gün işgal ettiği topraklarda bir tek davulcu dahi bulamamıştır.

Ağası olduğu insanlara liderlik edebilme, ortak noktada buluşturma yeteneği olmasa baş olamazdı.

Sözü dinlenmezdi.

İmparatorluğun padişahını antlaşma hükümlerini uygulamaya zorlayan güçler, Abdal Halil Ağa’nın davullarına söz geçiremedi, yönettiği meslektaşlarına hakiki lider vasıflarını kabul ettirmişti.

Onların sevgi ve saygısını kazanmayı bilmişti.

Anadolu’yu ‘bir’ yapan ahilik geleneğinin Ahi Evran’ın kurduğu meslek birliğinin yüzyıllar sonra devam edişinin göstergesiydi bu olay.

Bugün mesleki kuruluşlarının başında yönetici olanların maddi çıkarlarını, makamlarını düşünerek değil, milleti, devleti düşünerek hareket ettiğinde yepyeni boyutlara ulaşabileceğinin göstergesidir bu olay.

Cumhuriyet sonrasında da lider kişiliği devam edecek Mahalle muhtarı seçilecektir.

Öldüğü güne kadar muhtardır.

Kızı babasının vefatından sonra herkesin annesi Fatey’e;

-Muhtarımız sen ol, dediğini de anlattı.

Abdal Halil Ağa’nın muhtar mührünün evinden çıkmasına mahallelinin gönlü razı olmamıştır.

Annesi;

-Ben evlatlarıma ancak bakabilirim. Sizin dertlerinize çare olamam, diyerek ömrünün her anında hizmet ettiği beyinin gönül zenginliğini taşıdığını da göstermiştir.

Hizmet edemeyeceği makama talip olmamıştır.

Abdal Halil Ağa davulcudur.

Yanın da zurnayla emmioğlu Koca Mehmet davuluna eşlik etmektedir.

Halil Ağa’nın heybetinden, ona olan saygısından elleri titrediğinden bir türlü düzgün zurna çalamadığını da Yeter Davulcubaşı nakletmiştir.

Babasının göz ucuyla Koca Mehmet’e baktığında titreyen parmaklarıyla zurna sesinin titrediğini tebessümle anlattı.

MARAŞ DAVULUNUN ÖZELLİKLERİ

Davul birleştirici, toplayıcı özellikleriyle yüzyıllardır çalınan bir müzik aletidir.

Peygamber efendimiz (SAV) zamanında insanları namaza nasıl çağıralım diye konuşurken dahi gündeme gelen bir alettir. Bilinen en eski Türk müzik aleti olması ayrı bir özelliğidir. Maraş davulu, asma davul olarak bilinen türdendir.

Kasnak, deri ve ip olmak üzere üç parçadan oluşur.

Çevre illerin davuluna nazaran kasnağı daha küçük çaplıdır.

Kasnağı başta ceviz olmak üzere ağaçta imal edilir.

Maraş davulunu bir yüzü tabaklanmış, keçi derisiyle, diğer yüzü henüz bir yaşına gelmemiş oğlak derisiyle kaplanır.

Deri şeritlerle kasnağa bu deriler gerilerek bağlanır.

Tokmağının erik ağacından yapılması makbuldür. Kireçle temas ettirilerek renginin kızarması sağlanır.

Çubuk ise 30cm. uzunluğunda ki bir dal parçasından yapılır.

Deri kayışla omuza asılarak kullanılır.

Abdal Halil Ağa’nın torunlarından İsmail Deniz’den aldığım bu bilgiler Maraş davulunun, Abdal Halil Ağa’nın davulunun özellikleridir.

Abdal Halil Ağa da bugünkü Maraşlı davulcular da kendi davullarını kendileri imal etmektedirler.

İsmail Deniz yeni neslin Maraş davulunun çapını daha da küçülttüklerini söylemektedir.

Davul vurmalı bir ritim müzik aletidir.

Her toplu müzik yapan, çok sesli orkestranın bir ritim aletine ihtiyacı vardır.

Onları birlik yapan, aralarında uyumu sağlayan, ayrı ayrı çaldıklarında güzelliği duyulan seslerin, birlikte olabilmelerini sağlayan bu ritim aletidir.

İşte Maraş davulu da bir ritim aleti olarak müziğin, çalgıların uyumunu sağladığı gibi toplumun birliğini de sağlamıştır.

Yüzyıllardır Maraş’ın düğünü davulla olmuştur.

Bayramlarında, şenliklerinde duyulan gür sesli davul birleştirici görevini yapmıştır.

Bu milletin birliğinin sembolü olan halayların, oyunların nerdeyse tek enstrümanı davuldur.

Başka hiçbir çalgı aletinin sesi bu kadar net uzaklara ulaşamaz.

Davul sesi duyulduğunda merak edip bakmayan, “Bu ses de ne?” demeyen insan yoktur.

Anadolu kültürünün, Maraş kültürünün tam ortasında davul vardır.

Maraş’ta davul yiğitliğin mertliğin timsalidir.

Er meydanı denilen, mertçe güreşlerin yapıldığı meydanlarda gümbürder.

Güreşin hızına, seyircilerin yüreğine göre çalar er meydanında.

Mertçe, dürüstçe, mücadelenin yapıldığı her meydanda elbet Abdal Halil Ağa bulunur.

Üç kıtayı titreten Osmanlı ordusunun sesi de davuldur.

Mehteran bölüğünün yeri göğü titreten davulları nam salmıştır yedi cihana.

Henüz savaş başlamadan mehteranın sesi korku salar düşmana.

Savaş anında hücumda hızlanır.

Manevralarda askerin direncini artırır, yön verir kös davuluyla.

Abdal Halil Ağa da Maraşlının yüreğini, direncini artırmıştır yaptığıyla.

Davul’ ve ‘Tuğ’ eski Türklerde saltanat alametidir.

Selçuklu sultanı, Osman Gaziye 1299 yılında davul ve tuğ göndererek onun Beyliğini ilan etmiştir.

Her Cuma günü mehter nevbet çalarken padişah ayakta durarak saltanatının devam ettiğini gösterir.

Mehter davulu otağın önüne kurulur.

Mehter bölüğünün düşmesi yenilgi emaresi olduğundan en çetin savaşlar mehteran’ın çevresinde olur.

Orta Asya’da Hakan Davulu da denen kös davulu otağın önüne konulur.

Barış zamanı saltanatın devam ettiğini duyurmak, savaşta birliklere manevra yaptırmak için haberleşme aracı olarak ve askeri cesaretlendirmek için kullanılırdı.

Oğuz boyundan olan Abdal Halil Ağa da davulunun saltanat alameti olduğunu biliyordu.

Fransızlara çalsa işgali kabul etmiş olacaktı.

Ermeniler büyük bir kinle yok etmeye çalıştığı milletin davulunun karşılamasını kıskanmışlardı.

Kendi yandaşları olduklarını düşündükleri Fransızları bu davul sesinin eşsiz sesiyle karşılamak istemişlerdi.

Kahramanmaraş da bugün bile devam eden bir adettir bu.

Bir şehre, kasabaya, köye hatırı sayılır birisi gelse davulla karşılanır.

Düğünlere gelen hatırlı misafirler daha düğün alanının kapısına gelmeden davulla karşılanır.

Sadece hatırı sayılır, insanların sevdiği kişilere yapılan bu karşılama şekli, Kahramanmaraş misafirperverliğinin göstergesidir.

Davulcular kimin davulla karşılanacağını çok iyi bilirler.

Bu karşılamaya karşı bahşiş verilir.

Ama her bahşiş verecek olana davullu karşılama nasip olmaz. Çünkü davulcular gelenin değerini bilir.

Bu adetleri bilen Ermeniler de karşılamada davulun eşsiz sesini isteseler de ağaların ağası Abdal Halil Ağa tarihe notunu düşmüştür.

Bu gelenler dost değildir.

Kahramanmaraş davulunun can yoldaşı zurnadır.

Bu milleti yekvücut insan gibi düşünürsek; yaşam için şart olan iki organ gibidir.

Davul ve zurna…

Biri kalbi, biri akciğeridir bu milletin.

Davul yüreğidir, üflemeli bir çalgı olan zurna nefesidir bu milletin.

Kahramanmaraş’ta davul susunca iç çeker, hıçkırarak ağlar, barak olur zurna.

Barak havalarıyla acısını, hüznünü, hastasını, yazgısını, aşkını, şikâyetini anlatır dinleyenlere zurna.

Davulun sesi duyulunca kan gelir, güçlenir zurna yüreklenir. Ağlayan zurnayı oynatır. Milletin hüznünü dağıtır davul vurunca.

Davul daha bir yüreklidir Maraş’ta,

Davul sesi net olsun diye daha küçüktür Maraş’ta.

Sert olur tokmağın vuruşu.