Belki henüz kirlenmemişti dünya. Belki daha büyümemiştik biz. Ondan böyle dupduruydu dünya. Katıksız herkes. Mahalle maçları yapardık. Candan arkadaşlarımız vardı. Samimi komşularımız. Evde pişen yemekten bir kap ulaştırılırdı mutlaka komşuya. Hastası varsa, hele Allah korusun cenaze varsa mahallede, televizyon, radyo bir hafta açılmazdı evlerimizde . Kahvehaneler sohbet mekanlarıydı. Dostluklar bir ömür.
Dünyamıza cam ekrandan da olsa birilerinin girmesi kolay değildi. Kendini sevdirmesi, gönlümüzde taht kurması hiç kolay değildi. Bunun için bizim gibi, bizden birisi olması gerekirdi.
O bizden birileri teker teker uçup gidiyor. Kemal Sunal, Adile Naşit, Tarık Akan ve şimdide Münir ÖZKUL.
Ne kadar ısrar edip, yenile nesle izlemesi tavsiyesinde bulunsak da pek başarılı olduğumuz söylenemez. İzleseler de bizim aldığımız tadı alamıyorlar. Defalarca izlediğimiz rahmetli Kemal Sunal’ın filmleri hala çehremizde kocaman tebessümler açtırıyor. Ne gariptir ki, onun filmlerindeki e..eşek hitabını argo ve küfür olarak eleştiri yağmuruna tutanlar Recep İvedik tiplemesi ve başından sonuna argo ve küfür söylemlerine alkış tutanlar aynı kişilerdi sinema tarihimizde. Şükür ki biz Şaban karakterine gülüp Kemal Sunal, Adile Naşit, Tarık Akan ve Münir Özkul ile büyüdük.
Evet, sevgili Münir ÖZKUL’u kaybettik. Kendi deyimi ile, içsel dünyasında pek çok çalkantılar yaşamış olsa da, onun gülen gözlerini biz hiç unutmayacağız. Biz daha çocuk yaşlarda SEVGİNİN GÜCÜNÜ ondan öyle bir işittik, onun repliği ile öyle bilinç altımıza işlendi ki, yapılan işin bir sinema filmi, söyleyenin bir aktris, mekanın bir sinema perdesi olduğunu unuttuk. İşte o replik ;
"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmasın!
Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören.
Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. Hıh, sen, büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi Saim bey! Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm! Ben, Yaşar usta! Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimizi parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben,Yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile!"
Biz şanslı çocuklardık. Biz onlarla büyüdük. Onlar bizim için günümüz sanat dünyasında mum ışığı gibi yanıp sönen yıldızcıklardan çok farklıydı. Onlar bizden biriydi.
Münir ÖZKUL, ruhu şad olsun.