Avustralyalı savaş tarihçilerinden Mat McLachlan Çanakkale Savaşları'nı Anzaklar açısından değerlendirirken; "Bence Avustralyalılar Atatürk'ün büyük bir asker olmasını, kendilerine karşı muazzam bir mücadele vermesini önemsiyor." diyen McLachlan, ''Atatürk olmasaydı, Çanakkale Savaşı'nı kazanabilirdik'' sözleriyle Mustafa Kemal’in asker kimliğini takdir ettiğini açıklıyor. Bir de Mustafa Kemal’i liderliğinden ayrı değerlendirirken iç dünyasında da bir yolculuk yapmak gerekiyor.
Adı Mustafa... Selanik’te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi… Annesi Zübeyde Hanım… Kemal ismini Matematik öğretmeni verdi… Büyük bir asker… Çanakkale ve Kurtuluş Savaşının efsane komutanı… İlk cumhurbaşkanı… Türkiye Cumhuriyetinin mimarı… Bunlar hepimizin bildiği biyografik bilgiler. Bir de insan olarak Mustafa Kemal var…
Tarih kitaplarını okuduğumuzda liderleri tanıdığımızı zannederiz. Bilgi sahibi olduğumuzu zannettiğimiz karakter, herkesin okuduğu sayfalar kadar aklında şekillenir.
‘Bir insanı tanımak için, en yakınındaki kişiden soracaksın’ diye bir söz vardır. Mustafa Kemal'i bilmediğimiz yönleri ile anlatan bir yazı dizisi okudum.
Nuri Ulusu… Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü ve kütüphanecisi…1927 yılından ölümüne kadar yanından ayrılmayan biri…
Özel kalem müdürünün anılarından Mustafa Kemal….
Diktatör değil, tek adamdı. Eşiyle pek severek evlenmediği ve asıl aşkının Fikriye Hanım olduğu bir gerçek.
Uyumadan 48 saat çalışırdı. 5000’e yakın kitap okuduğunu söylerdi. Savaşlarda cephelerde bile tarih kitabı okurdu.
Boyu 1.74, elleri çok ufaktı. Tıraşını kendisi olmazdı.
Fenerbahçeli fakat futbolla çok alakadar değildi.
Güreş’i çok severdi. Zaman zaman köşke pehlivanları çağırarak güreştirir, para yardımları yapardı.
İyi bir biniciydi, yüzmeyi çok severdi.
Silaha çok meraklı, iyi bir atıcı...
Yemekle çok arası yoktu. En çok kuru fasulye pilav severdi.
Atatürk’ün her sofrasında içki olduğu söyleniyor. Böyle bir şey mümkün değil. Çalıştığı geceler kesinlikle içmezdi.
Yanında hiç para taşımazdı. Yanındaki çalışanlarının hiçbirini zengin etmemiştir.
Fevzi Çakmak geleceği zaman sofrasında içki olmazdı. Ona karşı büyük saygısı vardı. Köşkte kapıda karşıladığı tek kişiydi.
Çok şık giyinirdi. Ayakkabılarına çok dikkat ederdi. Kılık kıyafete çok dikkat ederdi.
Manevi kızı Afet İnan, onun hayatında çok önemliydi.
Kuran-ı Kerim’i Türkçeleştirdi.
Kuran okununca çok duygulanan, ağlayan bir insandı... Ayasofya’da Kuran okunduğunda Dolmabahçe’de naklen radyodan dinleyince gözlerinden şakır şakır yaş geldiğini gördüm.
Hazreti Muhammed’i en büyük komutan olarak biliyor ve söylüyordu.
İslamiyet’e çok saygı duyardı. Dolmabahçe Sarayı’nda sabahın gün ışıklarına kadar devam eden bir düğünde ezan vakti Atatürk manevi kızı Nebile’ye “Hadi bir ezan oku” dedi. Ve, okurken gözlerinden damla damla yaş aktığını gördüm.
Kimsenin kıyafetine karışmazdı. Batı’yı Türkiye’ye getirmeye çalışıyordu. Benim hanım çarşaflıydı. Köşkte çarşafıyla geziyordu.
Atatürk Etnografya Müzesi’ni hiç beğenmezdi. Orada o kadar uzun yıl kalmasını bir türlü içime hiç sindirmiyordum. Benim en çok üzüldüğüm mevzudur oraya defnedilmesi.
Ben İnönü’ye kırgındım. Atatürk onun askeri dehasını takdir ederdi. Celal Bayar’ın başbakanlığından sonra küslük başlıyordu. İnönü bunu hazmedemiyordu.
Atatürk tamamıyla Batılı düşüncelere açık bir insandı. İnönü daha tutucu!
Atatürk’ün İnönü’ye karşı bir vefası vardı. Çocuklarına o yüzden sahip çıktı.
Hasta olduğu dönemde, Atatürk, İnönü’yü görmek istedi. Ama İstanbul’a gelmesi suikast yapılır diye önlendi.