Türkiye olarak son otuz yılımız maalesef bir taşeron örgütün ülkemizi bölmeye çalışmasına karşı yapılan mücadeleyle geçti. Terör uzun yıllar böyle devam ederken geçmişte maalesef olay sadece bir güvenlik problemi olarak görülüyordu. Bunun doğal sonucu olarak da çözüm güvenlik güçlerine havale ediliyordu. Bu anlayıştan farklı adım atmaya kalkanlar ise bir şekilde susturuluyordu.
Özellikle terörden beslenenler terörü teşvik ediyorlardı. Ülkedeki geçmiş anti demokratik uygulamalar da fırsatçılar tarafından istismar ediliyor ve olan masum ana kuzularına oluyordu. Her gün ülkemizin bir köşesinden şehit haberi geliyor, bu arada hem operasyonlar, hem de istismarlar devam ediyordu. Teröristlere ciddi zayiat verdirilse de kesin sonuca ulaşılamıyordu.
2011 yılında milletvekili olduktan sonra, AK Parti Genel Merkezi tarafından Siirt koordinatörü olarak görevlendirildim. İl Danışma Meclisi Toplantıları başta olmak üzere zaman zaman teşkilat toplantıları için Siirt'e gittim. Hemen hemen Siirt'te ‘gitmediğim yer kalmadı’ denilebilir. Her gidişimde Siirtliler; AK Parti öncesi uygulanan yasaklardan, görevlilerin yanlış uygulamalarından bahsederlerdi.
Oysa AK Parti iktidara geldikten sonra ne kadar istismar edilen antidemokratik uygulama varsa onları bir bir ortadan kaldırdı. Gerçek anlamda temel insan hakları ihmali noktalarında demokratik adımlar atıldı, uygulamalardaki yanlışlar düzeltildi ve daha sonra sıra terörü nihai olarak bitirmek için siyasi adımlara geldi. Buna daha önce hiç kimse cesaret edememişti. Ancak yapılması gereken buydu, acı şurubu birilerinin içip bu Siyasi Çözümü mutlaka denemesi gerekirdi. Dünyadaki örnekler de böyleydi. İspanya'da Eta, İngiltere'de IRa bu şekilde çözülmüştü. Etnik kimlik veya ayrımcılık üzerinden cinayetler işleyen terör örgütleriyle terör mücadelesi yapılırken, terörü siyaseten de sonlandırmak gerekiyordu.
O zaman ki AK Parti’nin lideri, şimdiki Cumhurbaşkanımızda bu irade, güç ve karizma fazlasıyla vardı. HDP’li Leyla Zana da bunu itiraf etmişti. Recep Tayyip ERDOĞAN bunu yapabilecek tek liderdi. Bu işin ciddi riskleri vardı, risk alınmalı ve anaların gözyaşı dindirilmeliydi. Kalıcı çözüm arayışları mutlaka denenmeliydi. Terörü bitirmek, gençlerimizin ölmesini önlemek, Ülkemizde kalıcı barış için: ''Baldıran zehri dahi olsa içerim''diyerek yola çıkıldı.
Demokratikleşme, Milli Birlik ve Kardeşlik projesinden sonra Çözüm süreci de başlamış oldu.
Siirt'ten sonra 2 yıl da Diyarbakır koordinatörlüğü yaptım. Diyarbakır’da gittiğim her toplantıda teşkilat mensuplarımız devletin çözüm süreci başladıktan sonra alanı boş bıraktığını, aşırı müsamahakâr, şefkatli davrandığını, Bunun da terör örgütü mensuplarını şımarttığını söylüyorlardı. Bir an evvel kamu güvenliğinin sağlanmasının önemini anlatıyorlardı. Siirt’den Diyarbakır'a ve son üç yıllık çözüm sürecine bakıldığında nereden nereye gelinmişti.
Aslında bu çok önemliydi.
Devlet üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiş, gerekli düzenlemeleri yapmıştı. Uygulamadaki yanlışları düzeltmek için Doğu ve Güneydoğu'ya en iyi valiler, Emniyet Müdürleri, Bürokratlar görevlendirilmişti. Devlet kapısını da, gönlünü de sonuna kadar bölge insanlarına açmıştı.
Maalesef terör örgütü ve siyasi uzantıları bunu zafiyet olarak değerledirdi, Silahı bırakmadı. Örgüt ve sivil uzantıları üzerlerine düşeni yapmadılar.
Kürt kökenli kardeşlerimiz, çözüm sürecine katkı sağlasınlar, barajı aşamazlarsa yakıp yıkmasınlar diye 7 Haziran Seçimlerinde, HDP’ye destek verdiler. Ulusalcı ve Solcuların bir kısmıyla paralelciler de HDP'yi, AK Parti’nin önünü kesmek için desteklediler. Seçim sonucunun şımarıklığıyla terör örgütü yol kesmeye, askere, polise saldırmaya, cinayetler işlemeye yeniden başladı. Buna mukabil siyasi uzantısı örgüt karşısında bir duruş sergilemeyi bırak, evlerinde şehit edilen polis cinayetlerini bile kınayamadı. Aslında HDP hiç bir zaman örgütün vesayetinden kendini kurtaramadı, kurtarabilseydi bugün çok farklı bir Türkiye olurdu.
Son tahlilde Çözüm Süreci kimilerine göre bitti, kimilerine göre de askıya alındı.
Son günlerde, Diyarbakır ve Siirt deki tanıdık bölge insanlarıyla yaptığım görüşmelerde operasyonlardan memnun olduklarını belirtiyorlar. Devletin güven vermesi, PKK’ya destek vermeyen vatandaşlara sahip çıkıp onların can ve mal güvenliğinin sağlanmasının çok önemli olduğunu söylüyorlar. Aksi takdirde barış’tan, kardeşlikten, birlik ve beraberlikten yana olan insanların Göç etmeye başlayacağını ve böylece bölgenin tamamen boşalacağını, bunun da terör örgütüne yarayacağını söylüyorlar. Tek istedikleri bölge örgütten temizleninceye kadar operasyonun devam etmesi.
Sonuç olarak; Terör örgütü ve HDP barış için önlerine gelen fırsatı kaçırmış oldular. Devlet siyasi iradesiyle, askeriyle, polisiyle, istihbaratıyla, yeni geliştirdiği silahlarla İnşallah örgütün operasyon yapma gücünü yok edecek ve söz verdikleri halde silah bırakmayanların silahlarını ellerinde kendileriyle beraber yok edecektir. Daha sonra, son nokta yine siyaseten konulacak ve kalıcı barış sağlanacaktır. Kimse endişeye kapılmasın. Vatandaşın beklentisi temel insan haklarından, demokratikleşmeden, özgürlüklerden vaz geçmeden kamu güvenliğinin sağlanması , 'Kalıcı Çözüm' için Operasyonların devam etmesidir. Bu kararlılıkla gidilmeli ve bu cani terör örgütü artık bitirilmelidir.