Bildiğim, söylediğim bir Kerkük türküsü var; ‘Saza niye gelmedin, söze niye gelmedin…’
Şimdi bırakalım şarkıyı türküyü bir tarafa, meseleye gelelim. Bu şehrin yükü ağır iken, kimse ‘İki şelek de biz alıp taşıyalım, şuradan şuraya götüreyim!’ demiyor.
Lafa gelince ortak akıldan, paylaşımdan, istişareden, birlik-beraberlikten söz edilir ama orada duruyorsun!
Kimse şelek’i, (yükü) sırtlamak istemiyor. Kaçıyor görevden, sorumluluktan! Oysa sorsan, memleketi kurtaracak tek adam kendisi. Konuşunca mangalda kül bırakmayanlar, bize kül yutturmaya çalışıyor akılları sıra! Barkın hele bir, bizde kül yutacak göz var mı?
*
Hatırlayın, geçen ay içinde, 8 milletvekili lateşbuh, yani hasbelkader bir arkaya gelmişler, poz vermişler, kendilerince bu şehri birlikte yönetme, şehri ayağa kaldırma konusunda ittifak yapmışlar. Allah var, o fotoğraf karesi herkesin hoşuna gitti, ‘İşte bu! Aferin, helal olsun!’ denildi, o kadar.
O sözler, o iltifatlar, o gün olmasa da ertesi günü unutuldu gitti. Çünkü şehrin rengini, hikâyesini, dokusunu, sosyal ve etnik yapısını bilen insanlarımız, sadece poz vermekten ibaret gördükleri fotoğraf karesinin kıyısında köşesinde samimiyet yoktu.
Bize sorarsanız (Hoş sorduğunuz yok ya, neyse) sadece görüntü vermişler.
O fotoğraf karesinde samimiyet yoktu!
O fotoğraf karesinde istişare yoktu!
O fotoğraf karesinde ortakta akıl yoktu!
O fotoğraf karesinde topluma güven veren bir gram kırıntı yoktu!
Nankör olmayalım, bir şeyler de var gibiydi. Sadece tabana, seçmene ve genel merkeze selam çakma, milletin gazını alma vardı.
*
Hırsız gece vakti, işyerinin demirden darabasını gıy gıy testere ile keserken mahallenin bekçisi geliyor, soruyor; ‘hey, ne yapıyorsun orada!’
Hırsız pişkin, hırsız usta; ‘Hiç, gördüğün gibi saz çalıyorum!’
Bekçi ya saf, ya anasının gözü; ‘Hani ben görmüyorum, ben duymuyorum!’ deyince pişkin hırsız, ‘Sabah olunca görür, duyarsın!’ cevabını vermiş.
*
Seçimin üzerinden 6 ay geçti, bu şehirden sorumlu olduğunu söyleyenler, yaptıkları açıklamalarla milleti ayağa kaldırır, uykularını kaçırır, tedirgin ve huzursuz eder, bilgi kirliliği de deryalara dönerken, aslında kimsenin umurunda değil bu şehir!
Gelenler artistler gibi poz veriyor, Maraş adına, şehrim için heybelerinde bir şey getirmezlerken, giderken araçlarının bagajlarına tarhana, dondurma, fıstık ezmesi, baklava doldurulunca, ‘Hadi bana eyvallah. Ev sahipliğinize diyecek yok, kahramanlık size yakışıyor!’ dediklerinde, zaten bizim cücük yumurtası kadar kalımız var, ondan da oluyoruz.
Giderken de danışmanlarına talimat veriliyor; ‘Çocuklar, çekilen fotoğrafları genel merkeze, sayın Cumhurbaşkanımıza gönderin!’
*
Çaldığınız saza getirin bizi, dinletin bize, sazı çalarken de ‘Söze bekliyoruz!’ diye mesaj çekin!
Çadırlar kalaktı, konteynerler devrede diyorsunuz da, çok yerde çadırlar var. İstismarcılar var çadırlarda. Karnını doyuruyor, gelen nakdi yardımları cebe indirip, ertesi günü kuyumcuda soluk alıyorlar.
Ya da ikinci el oto pazarında.
Araya adam koyarak edindikleri konteynerleri kiraya veren hadsizlerin, şerefsizlerin, Allah’tan korkmaz kuldan utanmazları duyunca, midesi bulanıyor insanın.
*
Bakın, 7 ay sonra mahalli seçime gidiyoruz. Bırakın sazı, darbukayı ve kemanı da, bu millet size ‘Yolun sonu görünüyor’ türküsünü dinletmezse adam değilim!
Biraz titreyin ve kendinize gelin! Allah’tan korkuyor, kuldan utanıyorsanız şayet!