Elimde bir fincan kahve masada bir kaç kitap karıştırıp duruyorum yarım saattir, karar veremedim hangi kitabı okuyacağıma...
Aslında pek keyfim yok gibi üzerimde hafif bir kırgınlık, günün yorgunluğu derken buna birde hava sıcaklığı eklenince gerisini siz tahmin edin…
Gecenin sessizliğini bozan bir mesaj sesi oldu…
Telefonuma doğru yöneldim. Mesajda “ keşke hiç büyümeseydik, iyi geceler. ” yazıyor. İlkokul arkadaşımdan gelen ve içinde biraz burukluk barındıran bu mesaj beni bir anda alıp çocukluğuma götürdü…
Okulun bahçesinde beyaz kurdeleli taranmış saçlar, beyaz dantelli çoraplar, siyah rugan pabuçlar, siyah önlük, beyaz yakalı hallerimizi anımsadım. Teneffüste simit kuyruğu bekleyişlerimiz, küçük cam şişelere yapılan tuz- biber ikilisinin paylaşıldığı anlar, ip atlama, seksek oynama sıraları derken o meşhur kırmızı kitabı da unutmamak gerekir.
Derste birbirimizden hızlı soru çözüp ilk doğru cevabı vermenin yarışı yapılırken, teneffüste sorulara yanlış cevap veren arkadaşlara anlamadıkları yerleri anlatıp ona: “ Sen de bu derste cevap verebilirsin” diyen kardeşlerdik bizler…
Bir de “Küs mü barış mı” yapardık çocukken, orta parmağının üzerine işaret parmağını koyarak. Karşıdaki orta parmağı işaret parmağının üzerinden çekerse, barışığız demekti bu. Çekmezse küsüz. Çocukken küslüklerimiz en fazla bir teneffüs sürerdi, bazen de derste küçük bir not kâğıdına yazılan bir iki kelime ve kenar süslemeleriyle biterdi…
“Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, Sevmek ve Sevilmek için çareler arayın…” der Mevlana Celaleddin Rumi
Artık küs mü barış mı demeye gerek duymuyor insanlar…
Küsmek istiyor ve küsüyor o kadar… En önemlisi de küslük uzadıkça birbirine öfke de artıyor. Küs kalmak küs kalmayı beceremeyen tarafı çaresiz de bırakır. Küs kalarak karşı tarafı terbiye etmeye çalışmak emin olun hiçbir işe yaramaz. Eğer ilişkide gerçek bir değişim isteniyorsa biraz çekilme yaşadıktan sonra konuşmayı başarabilmek en güzeli. Bu karşılıklı konuşmada sizi üzen şeyi karşı tarafa açık ve net bir şekilde ifade etmek en doğru olanı diye düşünüyorum.
Hayat bu kadar kısayken küsmelere gerek var mı? Bilemiyorum… Ama sevdiğinize gönül koymanızı bir noktaya kadar anlayabilirim. Gönül almasını bilen insanlar elbette ki vardır.
Bunu yapmakta zorlanıyorum diyenler için;
Bir yolun varsa gidilecek sona bırakma… Bir sözün varsa dilden yüreğe hiç susma… Görmen gerekiyorsa birini git yanına… Okşaman gereken bir yürek varsa esirgeme elini… Hayat çok zalim. An gelir.. Elini… Gözünü… Yolunu… Yüreğini alır senden… O zaman istesen de… Dokunamaz… Göremez… Gidemez… Söyleyemez olursun…
Can Yücel
Eee hala bütün bunlara rağmen sizi anlamadığını, anlayamayacağını düşünüyorsanız, kendinize sorun; niye hala ordasınız?