Dünya genelinde öldürücü bir salgın haline gelen bir virüsün insanlığı nasıl terbiye etmekte olduğunu hep birlikte müşahade etmekteyiz. Azgınlıkta ve zulümde sınır tanımaz hale gelen insanlık, ateizm küfründen sonra kendini deizm küfrüyle baş başa buluverdi.

Tanrı evreni yarattı, sonra geri çekildi dünyanın işleyişine karışmaz oldu, diye nitelendi deizm. Yani –haşa- yaratıcılık dışında başka bir fonksiyonu olmayan bir tanrı anlayışı hızla yaygınlaştırıldı. Kısaca hayvanlar gibi yaşarım, “kendimi gerçekleştiririm ve vicdanî sorumluluk hissetmem” diyen bir algı, tanrı-insan modeline yöneltti azgın insanlığı. Oysa yüce Kur’an’da “insan başıboş bırakıldığını mı sanır?” meâlindeki ayet-i kerimeyle yüce rabbimiz tüm insanlığı ikâz etmekte, şeytânın ve nefsin aldatmalarından kaçınmak gereğini ezeli ve ebedi olarak hatırlatmaktadır.

Rabbimizin görünen ve görünmeyen sayısız orduları vardır. Şimdi görünmeyen ordularıyla azgın ve zalim insanlık terbiye edilmektedir. İlahi irade kâinatı yaratmış ve hiçbir noktasını ve anını sahipsiz bırakmamıştır. Suriye’de vefat etmekte olan küçücük bir mazlumun; “Allah’a her şeyi anlatacağım” ifadeleri kararmış kalplere bir tesir yapmadı ama o mazlumların ahının sahibi duaları boş çevirmedi.

İçinizden sadece günahkârlara dokunmayacak azap …” şeklindeki ayet-i kerime ise umumî azap geldiğinde tesirinin herkese açık olacağını ayan beyân ortaya koymaktadır. Fazla söze gerek var mı bilmem?

Biz de bu umumî beladan –peygamberimizin ifadesiyle taundan” nasibimizi aldık. Mevlâm en kısa zamanda ve en az hasarla üzerimizden bu musibeti kaldırsın. Dualarımız taunun rabbine eksik olmasın. Devletimiz başından beri tedbirleri en üst seviyede alarak, sebepler zincirine tutunmuş durumda. Atılan her adım akla, mantığa, ilmî kaidelere göre yapılmakta ve bize de karantina tedbirlerine harfiyen riayet etmek düşmektedir. Bu tedbirlerden birisi de Diyanet İşleri Başkanlığınca camilerimizin toplu ibadete kapatılmış olması gelmektedir ki; maslahatı gözetme açısından doğru ve uyulması üzerimize zorunluluk olan bir hâldir.

Burada makalemizin başlığını sormanın zamanı geldi. Sebepler âleminden yaklaştığımız zaman salgının yayılmasını önlemek amacıyla camiler için önlemler alındı. Peki, camilerin hakiki sahibi olan yüce rabbimizin kullarını böyle bir karar almaya sevk eden hikmeti ne ola ki? “Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz” buyruluyor. Anlaşılan o ki, camilerden bizleri çıkaran bizzat o camilerin sahibi olan rabbimizdir. O halde hangi edepsizlikleri yaptık ta, hangi edebe riayet etmedik te, huzura kabul edilmez olduk.

Son yıllarda imanî, amelî ve ahlâki çok erozyonlar geçirdik. İnandığımız gibi değil, yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Bu bozuk hâlimizi camilerimize de yansıttık. Hikmet-i hüdâ bizleri önce kalben, şimdi de bedenen camilerden dışarıda tuttu.

İsterseniz mescit edebine sığmayan davranışlarımızı sıralayalım da, kendimize bir hisse çıkaralım. O zaman işin hikmetini daha iyi anlayabiliriz:

1-Rabbimiz namazda safların sık ve düzenli yapılmasını emir buyurdu. Biz ne saf düzeni koyduk, ne de sıklığı. Safların arasına bir başka kişi girecek kadar ayrık bırakmaya başladık. Yanımızda kimseyi istemediğimizi Allah’ın evinde de ortaya koyduk. Kolundan tutup, yanınıza çektiğiniz bir Müslüman(!) sanki yay gibi sizden bir adım yana fırlayarak, araya mesafe koymayı tercih etti. Hatta bazıları yerini genişletmek için bacaklarını ayırarak saftaki alanını koruma altına aldı. Bazıları ise safın dışında caminin başka yerinde imama uymayı tercih etti.

2-Hutbe okunurken bırakın konuşmayı, herhangi birine parmağınızla sus işareti yapmak bile haramdır. Bunu çiğnedik. Kimi fısıldaşarak konuştu, kimi cep telefonuyla oynaşmayı tercih etti.

3-Mescitlerin içi sadece Allah’ı anmak için Kur’an okunan ve tesbihat yapılan kutsî mekânlar olmasına rağmen her yaştan kendini ve edebini bilmez insanımız mescitleri dünya kelâmı konuşulan mekânlar durumuna getirdiler.

4-Kısa tişörtleri ve düşük bel pantolonlarıyla namaza gelmeyi tercih eden edep yoksunları secdeye gittiklerinde açılan kıçlarını umursamadan namaz kılarak, hem kendi namazlarını batıl ettiler, hem de arkasındaki cemaatin namazını fesada verdiler.

5-Bir kısım gençler namaz böyle de olur dercesine dizlerini ancak örten şortlarıyla namaza gelmeyi tercih ettiler. Oturduklarında açılan diz kapaklarıyla ne cami edebine, ne namazın setr-i avret farzına riayet ettiler.

6-Fıkıhtan, hadis ilminden anlamaz sayısız insan, hadis ve sünnet düşmanı sözde bilim adamlarının batıl düşüncelerini kendilerine rehber edinerek hoyratça hadisleri sorgulamaya başlayıp, resulullahı yalanlamaya başladılar.

7-Yüce rabbimiz, Kur’an okunurken sessizce dinlenmesini rahmete kavuşma sebebi olarak bildirirken, birileri aralarında konuşmayı, kelâmullahı dinlemeye tercih etti.

8-Cami tezyinatları ve halılarında bitki desenleri içine ustaca yerleştirilmiş canlı silüetleri mescitleri doldururken, bu şekilleri umursamadan namaz kılmaya devam ettik.

9-Ezandan sonra camiye gelip, namaz bitiminde cemaatle birlikte kapıyı kilitleyip asıl işine giden bir kısım namaz kıldırma memurlarına (imamlığın hakkını veren ehl-i takva imamlarımızı istisna tutuyorum) cemaat çeki düzen vermeye gerek görmedi.

10-Daha akla gelen, gelmeyen çok sayıda adâba mugayir işlerimiz oldu. Allah’ın evinde misafir olduğumuzu unutup, edepsizlik yaptık. Uyaranları tersledik, görevlilerimiz bu konuda üzerine düşen vazifeyi hakkıyla ifâ etmedi. Neticede Allah ayaklarımızı camiden kesti. Kullarının aldığı kararı da vesile kıldı.

Müslümanlar! Bizler başkalarının yaptığı hataları ve günahları kendi kazanç hanemize yazacak değiliz. Ama kendi suçlarımızı görmezden gelecek bir lüksümüz de yok. Herkes amelinin karşılığını muhakkak görecektir. Taun umumî gelir, ama herkese amelinin bedeli isabet eder. Allah içimizden bazılarını da hükmî şehîd sıfatıyla mükâfatlandırmak için taun vesilesiyle alır. Mühim olan nefislerimizi temize çıkarmadan kendimizi sorgulamaktır. Yani hadis-i şerifte bildirildiği üzere; “…. hesaba çekilmeden önce kendimiz hesaba çekmenin” zamanı gelmedi mi?

Ne demişler; Kula belâ gelmez hak yazmadıkça, Hak belâ yazmaz kul azmadıkça”.

Şimdi; kendimizi hesaba çekip, nefislerimizi ıslah etmek, tövbekâr olup, rahmet dilenmek ve başımızı elimize alıp, bu musibetin hikmetini idrâk etmek vakti.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

22/03/2020

İbrahim KANADIKIRIK