Ekonomik kalkınmanın temel öğelerinden biri olan tasarruf konusuna daha önceki yazılarda değinmiştim. Cumartesi günü itibariyle başlayan Ramazan ayı, tasarruf konusunu tekrar aklıma getirdi.


Bizlere sunulan kaynakları sonuna kadar tüketmesek, minimum miktarıyla yetinsek ve ihtiyaç fazlasını tasarruf edip başkalarıyla paylaşsak, kalkınmanın ve refahın sürdürülebilir olması yolunda önemli bir adım atmış oluruz.


Maalesef şu anda bu ölçüden oldukça uzak yaşayan bir toplumuz. İçinde olduğumuz Ramazan ayı bile ölçülü, aşırılıklardan uzak kalınan bir dönem ve tasarruf ayı olarak anılması gerekirken, maalesef israfın en çok yapıldığı ay olarak karşımıza çıkıyor.


Bir şirket iftarı düzenlediğinizde ya da sevdiklerinizle bir iftar organizasyonu gerçekleştirdiğinizde sofranın zengin olması itibar açısından doğal ve anlaşılır karşılansa da, işin normal olmayan kısmı israfın olması. Tıpkı sevgililer günü, anneler günü, babalar günü gibi günlerde yaşanan tüketim ve harcama çılgınlığıyla Ramazan ayında da sıkça karşılaşmaktayız.


Tasarruf etmenin 180 derece zıttı olan israf, bir çok alanda karşımıza çıkıyor. Enerji, zaman, işçilik gibi örneklerini verebileceğimiz israfın en yaygın görüldüğü alan gıdada yaşanıyor. Bunun en önemli sebebi bizler gibi gelişmekte olan ülkelerde tam bir üretim planlaması bulunmuyor. Bazı ürünlerde talepten çok üretim yapılıyor ve neticesinde talep görmeyen mahsüller elde kalıyor ya da bu mamüllerin son kullanma tarihi doluyor. Bir diğer sebep de üretilen ürünler doğru bir şekilde son tüketici ile buluşturulamadığı için bozuluyor, çürüyor ve neticesinde çöp oluyor.


Gelecek 50 yılda yaşanmasına kesin gözüyle bakılan ülkelerin gıda savaşlarında en büyük strateji kendi kendine yetebilmektir. Bir ara kendi kendine yeten ülke olmamız ile övünürken şu anda eti, bakliyatı ve daha bir çok tarımsal ürünü ithal etmekteyiz. Kendi kendine yetebilmek stratejisini sağlayabilmek için şimdiden özellikle gıda israfına karşı önlemler almamız gerekmektedir.


Ne gibi önlemler alınabilir?

  • Son kullanma tarihi yaklaşmış, üretim-ihraç fazlası olan ya da paketleme hatası olan gıda ürünlerinin artık bir toplanma merkezi var: Gıda Bankaları. Amerika’da çeşitli vakıflara ait, 200’den fazla sayısı olan bu gıda bankalarından ülkemizde 60 adet bulunmakta. Gıda bankalarına şartlara uygun gıda desteğinde bulunan firmalar vergi indiriminden yararlanabiliyorlar. Bilinçli bir şekilde tüketim yapmak isteyen şirketler gıda bankalarını tercih ediyorlar. Gıda bankalarının sayılarının arttırılması önemli bir adım olabilir.


     

  • Bir diğer önlem olarak, paketleme ve nakliye şartlarının iyileştirilmesi üzerine projeler desteklenebilir. Örneğin bir marulu özel, dayanıklı ambalajda satmak son kullanma tarihini birkaç gün arttırabilir. Ya da marketlerde soğuk saklama ortamlarının sayısının arttırılması veya tarladan tüketiciye ulaşana kadar mamülün soğuk zincirinin bozulmaması yine son kullanım tarihlerine önemli katkıda bulunabilir.


 

  • Yapılabilecek bir diğer şey ise aslında en başta söylediğim, bize sunulan kaynakları sonuna kadar değil bilinçli, aza kanaat ederek kullanmaktır. Örneğin bir iftar davetinde artan ramazan pidesi ve ekmekler, misafirlere paylaştırılabilir. Böylece onların evlerine dönerken sahur için ekmek almasına gerek kalmaz. Belki de böylece günde 4,5 milyon ekmeğin çöpe gittiği israf çılgınlığının önüne bir set olursunuz.


 

Gıdada tasarruf etmek, yoksulluğun azalmasında, gıda güvencesinin sağlanmasında ve sürdürülebilir kalkınmada başarı sağlamanın en etkili yöntemidir.


Yapacağımız iftar ve sahurlara bir de ekonomik gözle bakalım, ülke menfaatini kollayalım, aza kanaat edelim, tasarruf edelim, israf etmeyelim. Eskiler ne güzel söylemiş: “Az yiyen hep yer!”


Herkese hayırlı kazançlar ve hayırlı Ramazanlar dilerim.