Şehrimiz ve çevre iller asrın felaketi diye tabir edilen büyük bir yıkım yaşadı. Kurtarma sürecindeki yetersizlikler, ilk bir hafta yardım gitmeyen yerleşkeler, eksi on derecelerde yalın ayak, arabada geçirilen süreçler. Bir kase çorbanın altın değerinde olduğu o günler. Evet asrın felaketini yaşadık. Yıkım şehrimizle sınırlı kalsa yetişirdi belki devletimiz. Birkaç kişi daha canlı çıkarılırdı enkazdan. Peki daha sonra;
Ölülerimiz toprakla buluşturulup, fizyolojik yaralarımız sarıldıktan sonra insanoğlunun doğası gereği dört direk, bir çatı öznesinde evlerimiz, konutlarımız geldi aklımıza. Hızlıca başlayan hasar tespitleri sayesinde öğrendik kolon ne demek, kiriş ne demek, taşıyıcı ne demek. Beton değeri C25 ne demek, C35 ne demek. Ancak hasar tespiti için gelen uzmanlarımız! Yeterince bilgili değilmiş anlaşılan. Evlerin çoğuna ağır, orta hasar verildi. Uzunca bir süren itiraz süreci sonunda ağır hasarlı binaların az hasarlıya dönüştüğüne şahit olduk. Bitti mi? Yok bitmedi…
Dask ile mücadele başladı ardından. Evrakta az hasarlı yazıp, duvarları patlayan dairelere yüzde on beş gibi komik ödemeler, eksper talep edilmesine rağmen gelmeyen eksper, minnet rica gelen eksperin burnu havalarda ve umarsız tavırları canımızı yakmaya devam etti. Ha birde yok Dask’ı kasımdan önce, kasımdan sonra yaptırdın ikilemi. Bugün tarih itibari ile eksper talep edilip, eksper atanmayan daire sahipleri var. Bitti mi? Yok bitmedi…
Yeni mağduriyet hak sahipliği süreci. Yürürlükte olan öyle bir uygulama var ki bir değil, iki değil çok bilinmeyenli denklem hüviyetince. Aynı şehrin A ilçesinde hasarsız konutun varsa, on tane evin yıkılsa da hak sahipliğinden faydalanamazsın. Aynı şehrin B ilçesinde dokuz tane az hasarlı dairen var, bir tane yıkılan yada orta hasarlı dairen varsa alırsın. C ve D illerinde hasarlı dairen varsa hepsine ayrı ayrı alırsın. Bir keşmekeş, bir karmaşa, bir belirsizlik. Bunlar sadece daire sahipleri için. Bir evin, bir iş yerin yıkıldıysa ayrı, bir dairen bir ahırın yıkıldıysa başka bir uygulamaya tabisin.
Hak sahipliği müracaat sonuçları açıklandığında herkeste bir şaşkınlık hasıl oldu. Aynı şartlara haiz aynı apartman, aynı kat, yan yana iki dairenin birisine hak sahipliği verilirken, diğerine verilmedi. Doğal olarak yapılan itirazın sonuçları da tutarsız, uyumsuz, var olan yönetmeliğe aykırı pek çok uygulama var.
Peki şimdi ne olacak!
Afad yetkilileri bundan sonra idari sürecin bittiğini, devamında müracaatın adli merciler olduğunu beyan etmekte.
Yahu kardeşim, deprem ve devamında bu halkın çektiği bunca sıkıntı, keşmekeş, uğraş telaş var iken, bölge halkının yüzde doksanı psikolojik travmanın izlerini taşırken, bu insanları neden mahkeme salonlarına yönlendirirsiniz? Bu insanlar sevdiklerini yitirmiş, canını zor kurtarmış. Evinden barkından olmuş. Yıkılan evi için neden olmadık eziyeti çektirirsiniz. Bürokrasi denilen gel git evraklarla neden insanları nefret ettirir, mahkeme salonlarına yığarsınız!
Ha birde Göksun mağdurları var ki, bürokrasi dediğimiz huzur celladının en çok uğrak yeri bu ilçe. Yıllar önce yanan nüfus müdürlüğü, olmayan nüfus kayıt örnekleri. Yıllar önce beyan ve müracaatlar ile yeniden oluşturulmuş nüfus aile tabloları. Bundan dolayı hak sahipliği red edilen, hak beklerken haksızlığa uğrayan binlerce insan.
Havanın -20C düştüğü bu bölgede insanlar bu kışı nasıl geçirecekleri derdine düşmüşken, siz basit bir evrak işlemini yeterli ve gerçekçi yapmayı becerememişsiniz. Hak sahipliğini hak eden pek çok insanı mağdur etmişsiniz. Kapınıza geleni de “hadi mahkemeye” deyip uğurluyorsunuz.
Deprem sonrası ülkem şehirlerinin hepsinden yardım aktı bu bölgeye. Ceketlerin, eşofmanların cebinden çıkan küçük notlarla yirmi kişi birden duygulanıp gözyaşı döktü. Nakdi yardımlar toplandı. Yurt dışından, dünya bankasından, pek çok devletten paralar gönderildi. Ulaşamayan dua etti. Gözyaşı döktü. Siz DASK görevlileri, siz AFAD çalışanları. Hak sahipliği yapacağım derken, pek çok haksızlığa sebep oldunuz. Bürokrasi, evrak ve kağıtlar içinde boğuldunuz.