Bir ülke için en önemli refah göstergelerinden biri olan milli gelirde pozitif etkiler yaşanması için işsizlik problemine ve özellikle de genç nüfustaki işsizlik problemine odaklanmak gerekmektedir.
Ülkemizde hali hazırda bir okulda eğitim görmeyen (eğitimini tamamlamış) 15-24 yaş arası her 100 gençten 21’i maalesef işsizdir. Bu oran, 33 ülkenin yer aldığı OECD ülkeleri içerisinde en yüksek orandır. Çok önemli bir avantaj olarak, nüfus ortalamamız birçok ülkeye nazaran daha gençtir fakat biz bu avantajı tam olarak değerlendirememekteyiz.
Türkiye’de nüfusun hızla artmasıyla birlikte çalışma çağındaki nüfus her yıl 1 milyon artmaktadır. Bu kadar ciddi bir nüfusu iş sahibi yapmak ancak iş olanaklarının arttırılması ile mümkündür. İşsizlik ile mücadele konusunda ciddi anlamda gayret sarf eden devlet yönetimi, çoğunlukla teşvikler vasıtasıyla çözüm üretmektedir.
Teşvikler tabii ki çok önemli. Bununla birlikte yapısal bazı değişiklikler de uygulansa önemli sonuçlar elde edilebilir.
Özellikle eğitim sisteminde yapılacak bir takım yapısal reformlar, istihdam sayısında artış meydana getirecektir. Bunu gerçekleştirmek için öncelikle “iş sahibi olmak için 4 yıllıktan mezun olmak” algısının ortadan kaldırılması gerekir. Üniversite öncesi ara bir okul olarak meslek okullarını ıslah etmek, üretim sektörünün kalifiye ara eleman ihtiyacını giderebilir. Üniversite mezunu olmak elbette önemli, fakat 4 yıllık bir fakülteyi bitiren bir genç bireyin beklentileri ile iş dünyasının sunduğu iş olanakları birbirlerini karşılamadıkları için önemli bir çoğunluk iş bulamamaktadır.
Bir diğer yapısal reform ise girişim ekosisteminin geliştirilmesidir. Yeni girişimlere sunulan ekosistemin kalitesi sıralamasında dünya genelinde 37.sıradayız. Bu durum bir G-20 ülkesi olan ülkemiz için kabul edilebilir değil. Özellikle genç nüfusun yeni girişim hamlelerinde onları desteklemek VE bu konuda verilen teşvikleri çoğaltmak, yeni iş sahaları açacağı için işsizlik probleminin giderilmesinde önemli bir hamle olacaktır.
Girişimciler ya da son zamanlarda sıklıkla kullanılan “Start-Up”lara gereken desteği sunmak sadece devletin bir görevi olmamalı, ayrıca büyük sermaye sahiplerinin de bu kitleyi desteklemesi gerekir. Start-Up projelerini takip etmek, onlara “melek yatırımcı” sıfatıyla destek olmak, tecrübelerini aktarmak, özel sektördeki sermaye sahiplerinin sunabileceği desteklerdendir. Şu an bir takım şirketler hem sosyal sorumluluk kapsamında hem de ticari beklentiler maksadıyla Start-Up projeleriyle yakından ilgilenmektedir.
Harvard Üniversitesi, öğrencilerine sıklıkla aynı vurguyu yapar: iş bulma, iş yarat! Bu kültürün gün geçtikçe sayısı artan ülkemiz üniversitelerinde de kendine yer bulması gerekir. Aksi halde hala “4 yıllıktan mezun oldu ama işsiz” haberleriyle gündemimiz meşgul olacak. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.