“….Amirim, biz beş kardeştik. Evin tek erkek çocuğu da bendim. Babam kapıdan girince değişirdi bizim evde her şey. Herkes bir silkinir şöyle yerinden, ayağa kalkardı. Anamda tatlı bir telaş başlar, usulca sokulur yanına “Hoş geldin Bey” der, evin içinde bir hareket başlardı. Babam mağrur babam yiğit babam. Babam koca dağlar gibiydi babam. Ablam hemen fırlar yerinden, minderini serer babamın altına, ben koşar yastık getiririm sırtına. O gelmeden önceki tüm kavgalar bitmiş, tüm gayri ciddi şakalaşmalar gülüşmeler kesilmiştir artık. Her şey daha ciddi daha gerçek olurdu. Allah var öyle dövmezdi, sövmezdi bize. Ama işte daha bir ağırdı. Bir güven abidesi idi. Korku, evet korku vardı. Ama aslolan saygı idi. Babaya karşı derin, saklı bir sevgi, bir hayranlık vardı. Baba yiğitti. Yenilmezdi. O kız erkek tüm evlatların kahramanı idi. Sonra amirim yıllar geçtikçe büyüdüm bende zamanla. Zamanla evin tek erkek çocuğu olduğumdan aynı saygı bana da gösterildi. Yerimden kalkmazdım. Suyumu bile ablalarım getirirdi. Bir dediğim iki edilmezdi. Erkek çocuk olduğumdan şımartıldım birazda galiba. Ablalarım kardeşlerim öte git demezlerdi bana. Annem dedirmezdi. “Aslanım yiğidim” derlerdi. Gece geç gelirdim eve, bazen arkadaşlarımda kalırdım. Sinemaya giderdim. Bana her şey serbest idi. Ablalarım itiraz ettiğinde “o erkek yapar, o erkek gider” derlerdi. Hep özgürdüm. Çünkü ben erkektim. Hani birde amirim, erkek çocuğunun model olarak beynine hep babası yerleşir ister istemez. Babam gibi olmak. Sustu bir süre Samet. Biten sigarasını çay tabağında söndürdü. Gerildi yeniden koltuğuna. Devam etti anlatmaya.”…
“…-Hem amirim. Ne bileyim? Böyle bizi erkek çocuklarını diğer cinse karşı hep farklı üstün yetiştirip sonra tamamen eşitlikçi bir evlilik sürdürmemizin beklenmesi. Yani asıl şiddet bize değil mi? Erkeğe değil mi? Baş komiser Sedat dinledi dinledi. Lafa girdi sonra….”
Naçizane ikinci öykü kitabımızda yer verdiğimiz “Erkeğe Şiddete Son” isimli öykümüzden bir alıntı ile giriş yaptık bu haftaki yazımıza.
25 Kasım 1999'dan bu yana bu günün Birleşmiş Milletler'e üye birçok ülke ile Türkiye'de de "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak anılıyor. Bu anlamlı günün, tüm vatandaşların, kurumların ve devletin kadına yönelik şiddetin karşısında ve şiddet mağdurunun yanında olduğunu göstermesi adına önem arz etmekte.
Son yıllarda ülkemizde meydana gelen hızlı sosyal değişim, kadına şiddeti körüklüyor. Kadın hapsolduğu evden çıkıyor, iş hayatına atılıyor, haklarının ve benliğinin farkına varıyor. Kadın maddeden ibaret olmadığını, eşinin bir malı yada eşine ait bir eşya olmadığını idrak edip, daha eşitlikçi bir aile yapısı talep ettikçe, yıllardır pozitif ayrımcılığa alışkın erkek ile çatışması kaçınılmaz oluyor.
Karamsar bir bakış açısı olacak belki ya, ne yazık ki bu sorunun bir süre daha ülke gündemini meşgul edeceğini düşünmekteyim. Toplumsal yapıların değişmesi çokça zaman alır.
Ülkemizde erkeklerin ayrılığı, terk edilmeyi, yalnız kalıp kendi başının çaresine bakmayı, eşinin kendisine verilmiş bir eşya değildi hayat arkadaşı olduğunu, gerektiği yerde bu arkadaşlığın biteceğini, , ihanetin cezasının ölüm olmadığını, ayrılmış olduğu eşinin hala kendisinin namusu olmadığını idrak etmesi için daha çok zaman var.
Ve kadınlarımızın, bir kadın olarak kız çocuğunu ötelemesi. Erkek çocuğunu koruyup gözetmesi, soyun devamı olarak erkek çocuğunun görülmesi, kız çocuğunun evin her işine koştururken erkek çocuğunun “bey” gibi bir köşede oturtturulması;
Ve Çocukluğundan beri üstün cinsiyet olduğu bilinç altın işlenen erkekten eşitlikçi bir birliktelik beklemek, yonca ekilen tarladan buğday hayali kurmak gibidir.