İhracatın bir işletmeye ve dolayısıyla bir ekonomiye önemli katkıları vardır. İhracat sayesinde direkt olarak yurtdışından döviz girdisi sağlanarak, ülkemizin kanayan yarası olan yüksek kur-yüksek enflasyon problemi bir nebze olsun dizginlenmektedir.
Ülkemizde faaliyet gösteren üreticiler olarak her ne kadar ihracat gerçekleştirebilsek de ihraç olan ürünü üretebilmek için ithal girdiye muhtacız. Bu muhtaçlık hali ithalatın ihracattan daha yüksek olmasına ve neticesinde cari açığa sebep olmaktadır.
Bilindiği üzere 2016 yılından bu yana devletin ilan etmiş olduğu yeni teşvik paketleri vasıtasıyla cari açıkla mücadele, üzerine odaklandığımız ekonomik hedeflerden birisi oldu. Açıklanan teşviklerden yararlanan üreticilerin cari açık için sunduğu faydayı ilerleyen yıllarda göreceğiz. Bununla birlikte teşvik paketlerinden bağımsız olarak cari açığı kısmak adına üreticilerin yapabileceği daha bir çok şey bulunuyor. Bunların başında markalaşma kavramı yer almaktadır.
Bu köşeden daha önce bir çok defa değindiğim markalaşma konusuna bu kez farklı bir araştırma ile dikkat çekmek istiyorum.
Dünyanın en büyük bağımsız denetim ve vergi şirketlerinden biri olan Deloitte tarafından hazırlanan bir raporda lüks tüketim konusu ele alınmış. Bu çalışmaya göre dünya genelinde ekonomik büyüme yavaşlama gösterse de lüks tüketim dünya genelinde %6,8, Türkiye’de ise %8,4 artış göstermiştir.
Lüks tüketim, lüks markaların tüketimiyle gerçekleşir. Dünya genelinde lüks marka olma başarısını elde edebilmiş yaklaşık 250 adet marka yer alıyor ve bu markaların 120 tanesi ülkemizde AVM’lerde, alışveriş caddelerinde, havaalanı mağazalarında faaliyet gösteriyor. Üzücü tablo şudur ki bu 250 marka arasında hiçbir Türk marka yer almıyor.
Lüks marka grubunda yer almak adeta bir koruma kalkanına sahip olmak gibidir. Araştırma sonuçları bize gösteriyor ki lüks marka tüketimi yüksek enflasyon, yüksek faiz, düşük turizm performansı, jeopolitik riskler gibi ekonomik problemlerden etkilenmiyor. Lüks tüketimin sürekli büyümesinde, yüksek kurlarla birlikte yükselen fiyatlar etkili olsa da büyümenin esas kaynağı olarak genç nüfusun artan moda bilinci, lüks ürünlere erişimin kolaylaşması, erkek tüketicilerin de lüks tüketime ilgisinin artması, mobil ve e-ticaretin yaygınlaşması öne çıkmaktadır. Buna ilave olarak tüketicilerin kredi kartı kullanımlarındaki artış, orta sınıfın gelirinin yükselmesi, kentleşmenin artması gibi etkiler de eklenince lüks tüketim ürünlerine talep artış göstermektedir.
Tekstil ihracatçısı K.Maraş’taki üreticilerin gayet iyi bildiği üzere 1 kg kumaşın ortalama ihracat bedeli 3-4 usd seviyesindedir. Bununla birlikte bahsetmiş olduğumuz türden bir lüks markaya ait tek bir gömlek (ortalama 300 gr) perakendede 250-400 usd aralığından bir fiyata sahiptir. Gerek dünya genelinde gerekse de Türkiye’de hızla artma eğiliminde olan lüks tüketim segmentine yönelik bir marka oluşturmamız cari açıkla mücadelede önemli bir adım olacaktır.
Lüks marka tüketiminde başı çeken giyim, aksesuar, ayakkabı, mücevher, altın gibi ürün gruplarının üretiminde hem yerelde hem de ülke genelinde önemli bir bilgi birikimiz var. Bu durum bizi lüks segmente yönelik bir marka ortaya çıkarmakta avantajlı hale getirmektedir. Üretim konusundaki know-how avantajımızın yanı sıra markalaşmanın temel adımları olan satış ve dağıtım kanalları, reklamlar, fiyat seviyesi, ürün kalitesi, müşteri taleplerindeki değişimlere uyum gibi konulara da odaklandığımızda dünya markası/markalarına sahip olmamız işten bile değildir. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.