Niyazi Birinci... Nâm-ı diğeriyle ve meşhur müstear ismiyle tarih romancısı Yavuz Bahadıroğlu... Âlem-i fenâdaki yolculuğunu tamamlayarak, âlem-i bekâya müteveccih oldu.
Son yarım asır içinde özellikle muhafazakâr çevrede eserleri en fazla okunan ve okuyucuyu derinden etkileyen en seçkin romancılarımızdandı.
Ana teması tarih olan Yavuz Bahadıroğlu tarihimizin derinliklerine bizleri romanlarıyla götürdü. Tarihimizi roman tadında yazdı, anlattı, okuttu, öğretti.
Ben de lise yıllarımda romanlarıyla tanıştım. Çok insan Yavuz Bahadıroğlu kitaplarına “Sunguroğlu” serisi ile başlamıştır. Benim için de aynısı oldu. Sunguroğlu ile başlayan Yavuz Bahadıroğlu roman serilerini üniversiteyi kazanana kadar bir çırpıda okudum, bitirdim. Zaten çocukluğumdan beri ailevi bir gelenek halinde şekillenen tarih bilinci ve okumaları Yavuz Bahadıroğlu eserleriyle daha da kuvvet kazandı.
O dönem piyasada kitap mevcudiyeti ve çeşitliliği şimdiki kadar olmamakla birlikte yine de hatırı sayılır tarih, roman, hatırat, biyografi yazarı evimize giriyordu. Yılmaz Öztuna, Tarık Mümtaz Göztepe, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Ahmet Yılmaz Boyunağa, Tarık Buğra gibi şahsiyetler ve Türkiye Çocuk Dergisi bizleri tarihimizin derinliklerine taşıyan diğer isimlerdi. Hepsine minnettarız.
Yavuz Bahadıroğlu’nun şahsımı en fazla tesiri altına alan eseri ise “Buhara Yanıyor” ve “Elveda Buhara” isimli iki serilik Harzemşahları ve Moğol İstilasının başlangıcını anlatan enfes romanıydı. İkişer kere okuduğum bu eseri, dönemin şahsiyetleri ve olayları çerçevesinde tarihi gerçekliğe sadık kalınarak yazıldığı için aynı zamanda bir tarih anlatımıydı. Yavuz Bahadıroğlu’nun usta ve yalın kalemi ise sizi vakaların içine alıp götürüyordu.
Bir devletin şahsi hırslarla ve aidiyet çekişmesiyle nasıl krize ve yıkıma sürüklendiği, Cengiz Han gibi tarihin en karizmatik ve toparlayıcı askeri liderleriyle amaçsız ve yağmacı kabilelerin nasıl bir askeri güce erişerek korkunç bir istila hareketiyle dünya tarihinin akışını değiştirdiğini akıcı ve çarpıcı bir üslupla anlatmayı başarmıştı.
Harzemşahların son hükümdarı olan Celâleddin Mergübürti’nin (Celaleddin Harzemşah) ülkesini kurtarmak için verdiği destansı mücadeleyi romanının merkezine yerleştiren Yavuz Bahadıroğlu, aslında bir ölçüde İslâm Tarihinin en büyük kahramanlarından birisi olan Celâleddin Harzemşah’ın mücadelesini de hafızalarımıza kazımayı başarmıştı. Yiğitliği, kahramanlığı, hüznü, dramı, korkuyu, vahşeti, acıyı ve ümidi bir arada işlemeyi başaran Yavuz ağabey bu eseriyle milletin birliğinin ve devletin bekâsının muhafaza edilememesi durumunda felaketin karabasan gibi tüm ülkenin üzerine nasıl çöktüğünü de gözler önüne sermişti.
Geçmişte bir kısım eserler aynıyla beyaz perdeye uyarlanarak film haline getirilmişti. Mesela Tarık Buğra’nın “Osmancık” ve “Küçük Ağa”sı bunlara iki başarılı örnektir. Sinema ve dizi film sektörümüzün son yıllarda büyük gelişme kaydettiği ve uluslararası çapta ilgi gördüğü şu dönemde Yavuz Bahadıroğlu’nun “Buhara Yanıyor” ve “Elveda Buhara” romanları da sinemaya aktarılabilir. Zaten senaryo hazır, gerisi yapımcının iradesine kalıyor. Bu konuda zengin bütçesiyle TRT bu işin üstesinden pekâlâ gelebilir. Bu vesile ile TRT Genel Müdürü İbrahim Eren Beyin de kulaklarını çınlatmış olalım.
Yavuz Bahadıroğlu ağabey yarım asrı aşkın yazı hayatında çok sayıda eseri literatüre kazandırdı. Sayısız radyo ve TV programında tarih sohbetleri yaptı. Gazetelerde köşe yazıları yazıp, röportajlar verdi. Ülkesine kalemiyle, nefesiyle hizmet verip, nesillere ecdadını tanıttı. Bu ülkenin çocuklarının zihin ve gönül dünyalarını yaşamından sonra da beslemeye devam edecektir. Bu da kendisi için inşaallah kapanmaz bir sadaka-i cariye hükmünde olacaktır.
Rahmet-i rahman üzere olasın Yavuz Ağabey. Gönlümüzde yaşamaya devam edeceksin. Seni Barbaros Hayreddin Paşa’nın meşhur mısrasıyla uğurlayalım:
“Er odur ki dünyada koya bir eser
Esersiz kişinin yerinde yeller eser”
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.