Tipik bir ekonomik vaka ile başlayalım.
Memleketimizdeki bir köyde yaşayan bir ağanın yastığının altında oğlunun düğünü için yıllardır sakladığı para, düğün zamanı yaklaştığında bir yolculuğa çıkar. O parayla başlık parası öder, halı dokutur, düğün için altın alır, kurban keser, düğün yapar, elbise alır..Bu sayede halıcı, çoban, kuyumcu, terzi gibi esnaflar para kazanırlar ve kasabaya gidip para harcarlar. Kasabada adı duyulan köy, şöhret kazanmaya başlar. Belki kasabadan bir delikanlı, köyü merak edip ziyaret eder, ağanın kızına talip olur. Aynı ekonomik döngü bir daha gerçekleşir. Böylece köy canlanmaya başlar. Bu örnek vaka, yıllardır yastık altında duran paranın nelere yol açtığını bize gösteriyor. Peki bu örnekte canlanmayı sağlayan şey ağamızın tasarrufu mu yoksa o paraya kıyıp parayı harcamış olması mı?
Sakarya Üniversitesi’nde araştırma görevlisi samimi bir arkadaşımın bir ekonomi panelinde yapacağı sunumun tam metninde, hanehalkının (yani yukarıdaki örnekteki ağanın) tasarrufunun ekonomik büyümeyle, kalkınmayla, canlanmayla olan ilişkisine yönelik çıkarımlar yer alıyordu. Bu çalışmada hanehalkının tasarruf oranındaki %10’luk değişimin ekonomik büyümede %0,72’lik bir etki yarattığı sonucuna ulaşılıyor.
Tasarruf dediğimiz şey, kişinin geliri ile tüketimi arasındaki farktır. Bu fark yukarıdaki örnekte olduğu gibi ekonomiye kazandırılırsa büyümenin önü açılmış oluyor. Ekonomiye kazandırmak için illaki direkt harcama yapmaya da gerek yok. Bankalar ya da fon piyasasında yer alan diğer aktörlere ödünç verilen bu tasarruflar, yatırımcılara borç verilme suretiyle bir finansman kaynağına dönüşüyor. Yatırım beraberinde istihdamı getiriyor, ihracatı getiriyor, üretimi arttırıyor. Büyük resme bakıldığında, bir yandan işsizlik oranı geriliyor, bir yandan cari açık düşüyor, bir yandan da milli gelirimiz artıyor.
Tasarrufun ne ölçüde gerçekleşeceğini bir takım kriterler belirler. Kişinin eğitim düzeyi, yaşadığı bölge, konut sahibi olma durumu, çocuk sayısı, medeni durumu, cinsiyeti bu kriterlerden bazılarıdır. Öte yandan devlet politikaları tasarrufun topyekün hanehalkına yayılabilmesi için oldukça önemlidir. 2017 yılında devreye giren zorunlu bireysel emeklilik sistemi, bir devlet politikası olarak tasarrufa özendirme amaçlı geliştirilmiştir.
Tasarruf edilen para, toplumsal kalkınma açısından altın hükmündedir. Kişiler tasarruflarını örnekteki ağa gibi yıllarca yastığının altında saklayabilir, bankaya ödünç verebilir, hisse senedi piyasasında değerlendirebilir ya da ihtiyaç sahibi bir yakınına zekat ya da sadaka niyetiyle verebilir. Toplumsal refah açısından bakıldığında hepsinin de sonucu pozitiftir; lakin en hızlı şekilde ekonomiye kazandırılan tasarruf daha değerlidir. Dolayısıyla yastık altında tutmaktansa, o parayı gayrimenkule yatırmak ya da bir ticari teşebbüs için sermaye olarak değerlendirmek gibi tercihler, ekonomik canlanma için daha yararlıdır.
Tasarruf etmeksizin eline geçirdiğini harcamak, neticesinde kişileri, şirketleri, devleti borç almak zorunda bırakacağı için çok tehlikelidir. Öte yandan çok tasarruf edip harcamamak da, üretilen ürünlere rağbeti kısacağı için büyümenin önünde büyük bir engeldir. Dolayısıyla arada bir yol tutmak lazım. Mesela her akşam evde yemek yemeyin arada restoranları da ziyaret edin :)
Sunulan kaynakların hepsini tüketmeden, toplum faydasını, memleket faydasını, ülke refahını gözeterek, bir sosyal sorumluluk edasıyla biraz tasarruf etmek ve bu tasarrufu hızlıca ekonominin içerisine katmak gerekiyor. Hep bana hep bana zihniyeti yerimizde saymamıza hatta geriye gitmemize sebep olur. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.