Birşeyler yaşandıktan sonra çıkarım yapmak adetimizdir. Özellikle bizim ülkemizde bununla sıkça karşılaşıyoruz.

***

Avustralya’da çıkan yangın, çok su içen develerin öldürülmesinden dolayı, Çin’de ortaya çıkan virüs, Çin hükümetinin Doğu Türkistan’daki Uygurlara yaptıklarından dolayı, Coronavirüs salgının en çok Avrupa’yı vurması, Suriyeli mülteci krizine kayıtsız kalmalarından dolayı olduğunu söyleyenleri duymuşsunuzdur. Bu ilişkilendirmelere yanlış dediğim anlaşılmasın. Sadece bunlar kişiden kişiye değişebilecek şahsi düşünceleridir, saygı duyarım.

***

İnsanız sonuçta. Başımıza gelen olayları illa ki birşeylerle ilişkilendiriyoruz içgüdüsel olarak. Yaşanan herşey Hakk’ın dilemesidir bundan da şüphemiz yok. Önemli olan, sonunda vardığımız çıkarımın ne kadar gerçeğe yakın ve kanıtlanabilir olmasıdır. Ayrıca daha da önemli olan bu çıkarımın bizim hayatımızda neyi değiştirdiğidir. Sosyolojik çıkarım yapmak kolay sonuçta.. Peki yanlış olduğunu saptadığımız şeyi bir daha yapmamaya gayret etmek ve kendimizi değiştirmek? İşte bu o kadar kolay olmuyor genellikle.

***

İnşallah Allah ömür verir de, ilerde torunlarımıza anlatacağımız kadar bizler de iz bırakan bu kara günlere dair şahsi olarak çıkarımım, ekonomi diye adlandırdığımız ilimin dayanağının sadece alış-veriş değil aynı zamanda gösteriş de olduğudur.

***

Bir masa, bir dizüstü bilgisayar ile bütün işlerimizi yürütebiliyorken kocaman gökdelenlere ihtiyaç duymuşuz. Bir pijama-t-shirt ile bütün günü geçirebiliyorken, 10 yıl yetecek kıyafetler almak ihtiyacı hissetmişiz. Evde kırıp yediğimiz yumurta ile de karnımızı doyurabilirken, alevli-çedarlı-şovlu yemeklerle midemizi doldurmuşuz. Şu anki ev yaşamlarımız bize aslında ne kadar da az şeyle yetinebildiğimizi de gösterdi. Trafik yüzünden egzoza boğulmak, vakit kaybetmek, bir yere yetişme telaşına girmek, bu uğurda kaza yapmak, ölmek, yaralanmak. Bazı şeylerin gereklilikten ziyade nefis-haz tatmini olduğunu farkettik belki de. Nefsimizi tatmin edeceğiz diye nefesimizden olmaya başlıyorduk ki, başımıza gelen bu musibet hayatımızda bir “reset” vazifesi gördü ve bizi fabrika ayarlarımıza geri döndürdü.

***

Yani kısacası iş alış veriş boyutundan sıyrılmıştı ve haz tatmini, yarış, gösteriş boyutuna geçiş yapmıştı. Bu kara musibet günlerinin bizden önce yaşamış dedelerimiz zamanındaki İspanyol gribi, 1929 Ekonomik Buhranı, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Kurtuluş Savaşı gibi musibetlerden farkı, çok daha büyük bir ekonomik büyüklük ve tüketim çağında gerçekleşiyor oluşudur. Bu sebeple yankısının da daha fazla olacağı kanaatindeyim.

***

Her kışın bir baharı olduğu gibi, bu kara günlerin de geri dönüşü olacaktır. Evet belki insan kuru soğan-ekmekle de yetinebilir ama netice itibariyle sosyallik de artık asla üstümüzden atamayacağımız bir parçamız. İnsanlar yeniden tüketecek, yeniden işe gidecek, yeniden tatil yapacak, yeniden büyüklerinin elini öpecek, arkadaşıyla omuz omuza gezecek, yeniden sosyal medyadan yediğini içtiğini paylaşacak ama eskisi kadar şaşaalı ve samimi olmayacak. Bu günlerden kalan yara, hep bir iz olarak üstümüzde kalacak. Şahsen bu sebeple geri toparlanma grafiğinin bir “V” şeklinde değil “U”şeklinde gerçekleşeceğini düşünüyorum. Herkese sağlık, sıhhat ve bol sabır diliyorum.