Her milletin kendisine has bir özelliği vardır. Alman deyince, son nefesine kadar çalışmayı seven bir millet, İngiliz deyince, aristokrat bir millet ya da İtalyan deyince, sanatçı, estetik bir millet özelliklerine rastlarsınız.
Biz ise bir çok özelliği bünyesinde barındıran bir milletiz. Keyfimize düşkünüzdür bir kere. Kısa yoldan dolanmayı tercih ederiz. Hizmet etmeyi, misafir ağırlamayı severiz. Sıcak kanlıyızıdır, duygularımız mantığın bir tık ötesindedir. Bizim için namus, şeref gibi kavramlar herşeyden önce gelir. Onlara laf söyleteceğimize işimizden oluruz, eşimizden dostumuzdan oluruz daha iyidir. Ülkemizin 7 farklı bölgesinde birbirinden farklı şivede konuşuruz, farklı şeyler yeriz, farklı müzikler dinleriz, farklı esprilere güleriz.
Bu farklılıklar bir arada yaşanabildiği sürece güzel. Bunu sağlamanın yolu sana göre farklı olanı olduğu gibi kabul etmekten geçmekte. Toplumsal hoşgörü bu sayede kazanılıyor.
Bununla birlikte öyle bir özelliği varki milletimizin, bu konuda hiçbir hoşgörü, taviz, kabullenme, anlayış bizden beklenmez. İşte bu vatan ve millet aşkıdır. Bu aşk bizim genetik kodlarımızda vardır adeta. 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlarda görülen faşist ve ırkçı bir şekilde değil. Ya da Fransızlar, İngilizler gibi sömürgeci, burnu havada bir tarzda değil. Bizimkisi daha doğal, daha kitlesel, daha duygusal, daha sahici, daha yürekten… Bu kutsal aşk, öyle sahicidir ki, her an ağızda sakız etmeyiz, kalbimizde hissederiz. Sadece milli maçlarda galibiyet elde edince hoplayıp zıplamaktan ibaret değildir bu aşk. Yeri geldiğinde kanımızı da dökeriz, tankın altına da yatarız.
Geçtiğimiz sene bu günün akşam saatleriydi. Millet olarak kalbimizdeki bu aşk şaha kalkmıştı. Ama bu sefer yaşanan hadise bir Çanakkale Savaşı’ndan ya da Sakarya Meydan Muharebesi’nden farklıydı. Düşman, kendi askerimizdi. Önce anlamaya çalıştık. TV’de, radyoda bir ortak hedef aradık. Ta ki TRT spikerinin sözde darbe bildirisini okuduğunu görene, duyana kadar… Maalesef bir süredir toplumu karıştıran Paralel Devlet Yapılanması son kozunu oynamıştı. Bunun bir kamikaze, yani kendi kendini yok etmek olduğunu, o gece milletimiz onlara gösterdi. Maalesef bu uğurda canını kaybeden şehitlerimiz oldu, bize pahalıya patladı. Fakat o şehitler ve bugüne kadar diğer düşman saldırılarında şehit olmuş tüm kardeşlerimiz bize bir şeyi gösterdi: Mevzu vatan ise, geriye kalan herşey bir teferruattan ibarettir.
Böylesi sahici vatan ve millet aşkı, böylesi bir topyekün duruş, diğer tüm yabancı devletlerin dikkatini çekti. Kıskandılar. Onlar da herşey var ama bu aşk yok onu fark ettiler çünkü. Hemen hamlelerini yaptılar ardından. Kredi notu revizeleri, hainlere kucak açma, yatırımları durdurma kararları ve ülke hakkında güvensizlik imajı uyandıracak daha nice faaliyetler… Hiçbirinden sakınmadılar ama milletimiz en güzel cevabı yine ülkesine sahip çıkarak verdi. Tüketici güven endeksi 2016 yılında en yüksek Temmuz ayında gerçekleşti. Elinde dövizi olanlar Türk Lirası’na döndü. Yerli üretime sahip çıkıldı. Milletimizin bu davranışı, Kurtuluş Savaşı döneminde cepheye mermi taşıyan teyzelerin, kuvay-i milliye oluşumunun, ineğini bağışlayan dedelerin tutumlarının bir tezahürüdür.
Böylesine vatanını önemseyen bir millet herşeyi başarır. Ekonomisini, savunma gücünü, eğitim sistemini, sağlık sistemini, turizmini en ileri seviyelere getirir. Biz biliyoruz ki başka gidecek memleket yok bize. Emeğimiz, bu ülkeyi daha güçlü bir hale getirmek yolunda feda olsun. Allah bir daha bu topluma böyle bir gece yaşatmasın. Ülkemiz, tüm farklılıklarıyla zenginliğini yaşasın, arttırsın. Neticesinde dünyada sözü geçen, adaleti sağlayan, mağdurun hakkını koruyan, İslam dünyasını temsil eden yegane devlet statüsüne ulaşsın.
Yazımı Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözü ile bitirmek istiyorum: “Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.”
15 Temmuz Şehitler ve Demokrasi Günümüz kutlu olsun!