Çok olmaz hayatta, bazen birkaç kelimede tecelli eden Hakikatle karşılaşır, bunu anlamak, bunun içinde bir renk olmak adına belki de bir ömrü veririz.
Yıllar öncesinden şöyle bir paragraf aklımda kalmış; “Kainatta tek hakikat varsa o insanın kendi varlığıdır. İnsanın hakikati ise ruhtur. Ruh için bir hakikat varsa o aşktır. Aşk için bir hakikat varsa o da Cenabı Haktır.” Aman Allah’ım aman. Kaç yıl oldu bunu böyle aklımda tutabilmiş, en zor zamanlarda bu hikmetten aldığım ışık ile nice zorlukların üstesinden gelebilmişim.
Ne peki bunlar?
a- Kainat
b- İnsan
c- Ruh
d- Aşk
e- Allah
Efendim sıralamaya dikkat buyurun; kainat, insan, ruh, aşk, Allah.
İnsanın arayıp da bulamadığı sır sakın bu evrelerin tamamı olmasın erenler!
Yunus diliyle şöyle desek;
“Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğerki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin”
Tam işte böyle bir durum. Kainatın varlığının akıl ve duygu dünyasına yansımasının meydana getirdiği haşyet, insanı kulluk denilen sırra götürüp zincirliyor. İnsana gelince üzerinde oynanan oyunlara bakılırsa işinin hayli zor olduğu anlaşılıyor.
İnsan sûretinde yaratılmak lütuf ama adam olmak hiç de kolay değil. Her zamanın kendi dayattığı imkansızlıklar düşünülecek olursa esaslı bir imtihanla karşılaştığımızı söylemek istiyorum. Gerçek nedir? Hakikate nasıl ulaşılır? Değer hükmü nasıl gerçekleşir?
İnsan olarak kendi varlığımızda bulunan esmanın tecellisi için önce yapmamız gereken işler var.
Gerçek; onu düşünenden bağımsız olarak var olandır. Hakikat; düşüncenin konusuna uygun olmasıdır, bu durum olay ve zaruret başlığı altında ikiye ayrılır, fizik, metafizik, ahlak başlıkları altında incelenir, zaruret ise zorunluluktan doğar iki ile ikinin toplamının dört olduğudur. Değer; gerçek ile hakikatin üzerine bina edilen bir olgudur o da; din, hukuk, ahlak, ekonomi ve estetik gibi alt branşlara ayrılır.
Modern dünyanın anlamak istemediği bir anlam alanının tam da içindeyiz, ama gelin görün ki günlük sığ çekişmeler ve siyasi otorite tarafından yapılan din tanımları her şeyi bir çıkmaza sürüklüyor ki içinden çıkabilene aşk olsun!
Ruh aslında o büyük lütufun en önemli ihsanı. Maddi varlığımızın can suyu olan o sır bizler tarafından geliştirilmeyi bekliyor. Maddenin üzerine abandığı o narin yapı ancak ibadet formatlarıyla diri tutulabiliyor, cihat arzularıyla da kanatlandırılabiliyor.
Madde-Ruh ayırımına hiç mi hiç girmeyelim. Bütünü parçalara ayırmakla varlığın sırlarına nüfuz edilebileceği zannedilmesin.
Aşk’a gelince orada beklemek o ulu Sultan’ın hikmeti için kapısından hiç mi hiç ayrılmamak gerekiyor.
“Aşkın gönlüm yağmaladı
Nolsam gerek şimden geri
Bir od bıraktın canıma
Yansam gerek şimden geri”
Mevla’ya gelince o hikmete bel bağlayıp tevekkülle O’nu anmak gerekiyor.