Ne çok duyuyoruz bu aralar. Güçlü kadın. Kendi ayakları üzerinde durabilen kadın. Bağımsız kadın. Ekonomik özgürlüğünü kazanmış kadın.
İş alanları, esnaflar, ticari kuruluşlar. Beyaz yakalılar, mavi yakalılar. Patronlar. Kadınlarımız artık her yerde.
Yalnız dikkatinizi çekiyor mu bilmem. Kadınlar güçlendikçe o narin , nazik, duygusal ve hassas yönlerini kaybediyorlar. İnsanın ruhunu okşayan o yumuşak, narin seslerinin yerini tok, otoriter, sert bir ses tonu alıyor. Hayatın içine girdikçe, hayatın kirli yönleri ile, kirli insanlarla mücadele ettikçe, muhtemelen savunma pozisyonlarının içine ses tonlarını da dahil ediyorlar. Örneğin TBMM’nde bulunan kadın milletvekillerimizin ses tonları, birbirlerine karşı hitapları, siyasi tartışmalarına bakınca kadının ortama soktuğu yumuşaklık, nezaket yok. Bilakis erkek kaba ve sert uslubu meclis kapısından girerken ruhlarını kaplıyor.
Var… Artık tüm kadınlarımızda “güçlü kadın” olma çabası var. Hatta artık anneler kızlarını telli duvaklı gelin ederken verdiği ilk ve en mühim nasihatlerden birisi; “sakin ha kendini ezdirme, ardında dağ gibi ailen var.”
Gerçekten de artık gelin giden kızlar kendilerini ezdirmiyor. Ancak evlilik dediğin pek çok yükü, sorumluluğu, sorunu da birlikte getiriyor. En yakın şehirden, kültürden hatta akrabadan yapılan evliliklerde dahi iki insanın birbiri ile yüzde yüz uyumu mümkün değil. Buna doğuştan gelen kişilik farklılıkları da eklenince en mutlu evliliklerin temel taşının sabır, saygı ve hoşgörü olduğu yadsınamaz. Duvak takma öncesi alınan tembih ile birlikte, güçlü olma çabası, kısmi sorunlarda çabuk pes edip, yuvalarını kolayca yıkma eğilimine götüren süreçlerden bir tanesi.
Erkek, doğuştan gelen yapısı ve yetiştiği kültürün bilinç altına işlediği cinsiyet sorumluluğundan dolayı, hep güçlü, hep dik olmak zorundadır. Çocuk ve ailesine karşı sorumluluk düzeyi üst seviyededir. Her ne olursa olsun eşini çocuklarını koruyup gözetmekle mükelleftir. Erkek çalışır, üretir, evini geçindirir. Erkeğin ayrı parası, ekonomik birikimi olmaz. Yeterli olgunluğa ulaşmamış kadının kendi parası olur. Tanrı erkeğe eş olarak fiziken daha güçsüz duygusal sevgi dolu bir varlık yaratmıştır. Erkeğin karşısında duygusal, hassas, yumuşak, sevgi dolu kadın yerine güçlü ve her daim güçlü olmaya çalışan, hele kendisine meydan okuyan bir kadın görmesi onu şaşırtır, duygusal anlamda karmaşaya sokar.
Günümüz Türkiye’sinde kadınlara pozitif ayrımcılık amacıyla yola çıkan İstanbul sözleşmesi, hukuk nezdinde kadının beyanının esas alınması, kadının beyanı doğrultusunda erkeğin aylarca kendi evine gidememesi, yine kadının beyanı doğrultusunda aylarca hapis yatması güçlü kadın çabasının devletçe desteklendiğinin göstergesi.
Evet, erkekler güçlü kadını sevmiyor. Ancak bu kaybedilen yada tehlikede görülen iktidar hırsından değil. Kadın güçlendikçe o sevilen narinliğini, hassaslığını, duygusallığın kaybettiği içindir.
Kadın hayat arkadaşına kocam der. Koca; bilge, yüce, dağ demek. Dağ ne kadar yüce olursa olsun, karı olmayan dağı eksiktir. Dağların yücesine kar yağar. Kar dağı örter, kar dağı süsler. Bu yüzden erkek kadına karım der.
Erkek kar gibi beyaz bir örtüyle, yorgan olsun ister kadını. Ayak hizasında değil, göbek hizasında değil. Dağın karı gibi başında taşır. Güçlü olma yarışında olup, kendisine kafa tutan kadın eğretidir. Sevilmekten yoksundur.
Kadına “güç” değil sevgi yakışır.