“Ey İnsanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin!” Bakara-168
Kur’an-ı Kerim hem dünya hem ahiret hayatımızın inşası hususunda tüm insanlığa en temel hakikatleri ayan beyan ortaya koymuştur. Çünkü bizim hayrımıza ve şerrimize olan tüm hususların eksiksiz ilmine sahip olan sadece kelâmullahın sahibi rabbimizdir.
Kur’an ayetleri hitap noktasında bazı farklılıklar arz eder. Bazen sadece peygamberimize hitap ederken, bazen tüm müminlere, bazen peygamber hanımlarına, bazen kafirlere hitap eder. Zaman zaman da “yâ eyyühe’n-nâs” ifadesiyle de iman etmiş-etmemiş tüm insanlığa ortak seslenir. İşte bu son hitap tarzlarından birisi de yazımızın başındaki Bakara 168. Ayetin ilk bölümüdür.
Neden, “helâl ve temiz” olanların yenmesi tüm insanlığa ortak olarak emrediliyor? Cevap herkesin idrâk edebileceği kadar belirgin. Çünkü yeme-içme de diğer fizyolojik ihtiyaç ve sistemlerimiz gibi tüm insanlığın ortak özelliği. Tüm insanlık aynı yaşam şartlarına tabi. O halde her ne kadar ırk, renk, dil, din, yaşam standardı gibi özellikler farklılık gösterse de ademoğulları fizyolojik kanunlarda birbirinden farksız.
Dünyamızda yaratılmış bitki, hayvan ve insan türü, aynı zamanda canlılar için yenilebilir özelliğe sahip. Yamyamca bir anlayış içerisinde dişimizin kestiği her şeyi yemek mümkündür. Ancak hangilerini yiyeceğiz? İşte mesele tam da bu noktada başlıyor. Yüce Allah her şeyi herkes için yaratmamıştır. Bu yüzden helâl-haram, temiz-necis ayrımını ortaya koymuştur. Bugün dünya genelinde yaşanan ve Müslüman-kafir kimseyi ayırt etmeden herkesi etkisi altına alan öldürücü virüs salgını (eğer üretilmiş biyolojik savaş virüsü iddialarını bir tarafa koyarsak) genel kanıya göre fıtrî olmayan yeme çeşitliliğinin bir sonucudur.
Kur’an’ın, temiz ve helâl yiyecekler tasnifini umursamayan gayrimüslimler için neredeyse yeme içmede herhangi bir haram ölçüsü yoktur. Özellikle bu hususta müşrikler her şeyi değerlendiren bir yapıya sahiptirler. Hristiyanlar da onları örnek alma hususunda oldukça başarılı olmuşlardır. Yeme içmede helâl-haram ölçülerinde en hassas davrananlar Müslümanlar ve belki garip gelecek ama Yahudilerdir.
Hayvanlar bile rabbimizin kendilerine rızık olarak tayin ettiği ölçüye riayette hata yapmamaktadırlar. Yani onların da helâl-haramları vardır. Nasıl mı? Otobur bir hayvanın leş yediğini göremezsiniz. Etobur hayvanlar ise bitkilerle beslenmemektedirler. Çünkü programları o şekilde ayarlanmıştır. İnsan ise irade sahibi ve imtihana tabi olduğu için bu hususta naklî ve aklî delillerle bu sınırın bilgisine sahip kılınmıştır. Bir de fizyolojik ayırt edici özellikler bu bilgileri destekleyici ve yol gösterici takviye kuvvet olarak insana bahşedilmiştir. Leş insan için haramdır. Bunun bilgisine sahibiz. Takviye olarak leşin görüntü ve kokusu insana tiksinti verir. Bırakın yemeyi, onu görmeyi ve onunla aynı ortamda bulunmayı bile insan kabullenmez.
Ancak müşriklik insanın bu duygularını ve uyarıcı kanallarını kapatarak körleştirmektedir. Kur’an’da, yüce rabbimiz bizlere müşriklerin “pislik” (Tevbe-28) olduğunu öğretmektedir. Pislik ve necislik sıfatına bürünenin ise bizatihi varlığı haramın merkezi durumuna gelmektedir. Onun için artık yiyecek içeceklerin ölçüsü kalmamıştır. Dişinin kestiği her şey iştahla yenilebilmektedir.
Çin ve Hindistan başta olmak üzere dünya genelinin 1/3’ünden fazlası putperest müşriklerdir. Başta köpek ve fare olmak üzere her çeşit hayvan büyük bir iştahla tüketilmekte, lokantalarda servis edilmektedir. Bunu zaman zaman belgesellerde de herkes müşahade etmiştir. Diğer yeme çeşitliliğini saymaya bile lüzum yoktur. Hayvanlara zarar vermeyen ve taşıyıcı olarak bünyelerinde var olan virüsler, bu şekliyle geçtiği insan organizmasını ölüme götürmekte gecikmemektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Hristiyan Batı da, müşriklerin beslenme alışkanlığı modasına uymakta tereddüt etmemektedir.
Avrupa’ya çeşitli sebeplerle giden dostlarımızdan aldığımız bilgilere bakılacak olursa, Türkiye’den giderken yanlarında gıda tedariki ile gitmektedirler. Bazı lokantaların bulundukları sokaklara ağır kokulardan giremediklerini ifade edenler çok olmuştur. Her çeşit hayvanın pişirilerek servis edildiği lokantalar kokularıyla kendilerini belli etmektedirler. Avrupa kurbağa bacağı ithalinin en büyük bölümünü ülkemizden yapmaktadır. Hatta yıllar önce ülkemizde bunun bir filmi bile çekilmişti. Gerisini siz düşünün.
Burada can alıcı nokta bizim beslenme alışkanlıklarımızdır. Her ne kadar dinimizin bize öğrettiği helâl-haram dengesine toplumumuzun büyük kısmı riayet etse de maalesef son zamanlarda bu hususta bir umursamazlık aldı başını gitti. Bazı turistik lokantalarda dinimize göre yenmesi helal olmayan ürünleri tüketen insanlarımızın sayısı bir hayli artmaya başladı. “Bir şey olmaz, ne var bunda, tadını merak ettim yedim” gibisinden ifadelerle birçok çizginin aşılmaya başlandığını görüyoruz. Aynı husus içecekler konusunda da mevcut. Oysa vücuda giren gıda tüm vücudu ve onunla varlığını devam ettiren ruhu tesiri altına almaktadır. Fıtratı bozan her şey zararlıdır ve yıkıcıdır.
Özellikle endüstriyel ürünlerin bizi çepeçevre kuşattığı şu ahir zaman fitneleri döneminde gıda ve içecek seçiminde daha hassas olmak zorundayız. Geleneksel beslenme alışkanlıklarımıza dönmek zorundayız. Aksi halde, soğuk suda yavaş yavaş haşlandığını fark etmeyen kurbağa misâli hem dünyamız hem ahiretimiz yok olup gitmektedir. Değiştiğimizi fark bile edemiyoruz. Bünyelerimiz hastalıklardan kurtulmaz oldu. Kişiliklerimiz bozulmaya başladı. Genç nesil; kontrolsüz, dümeni bozulmuş ve rotasını kaybetmiş bir gemi gibi girdaplar içerisinde dönüp duruyor. Birçok değer yargılarımız ya yok olmaya yüz tuttu ya köreldi.
Şu virüs salgınını yaşam tarzımızı sorgulama ve öze dönme hususunda bir fırsat olarak değerlendirmek lazım. Çünkü bu aynı zamanda ilahi bir ikâz. Sahabe-i kiramın en mühim özelliklerinden birisi de harama düşeriz korkusuyla mübâhları terk etmeleriydi. Onlar gibi olamayız. Bari haramlara yaklaşmamaya gayret edelim. Rabbimiz bize yardım eder. Alemlerin sultanı olan efendimiz Hazreti Muhammed aleyhisselâmın Vedâ Hutbesi’ndeki son emrini hayatımıza tatbik etmekten başka kurtuluşumuzun olmadığını bir kez daha hatırlayalım. Ne buyurmuşlardı alemlerin sultanı (sav)?
“Ey imân edenler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. Onların ilki Allah’ın kitabı Kur’an ve ikincisi benim sünnetimdir!” Kur’an ve sünnete göre yaşayabilenlerden olma dileklerimizle;
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
12/04/2020
İbrahim KANADIKIRIK