Şehir tarihinin yazıya geçirilenleri yazılmayanlarının yanında buzdağının ancak görünen kısmı gibidir. Asıl büyük kısım ise rivayet tarihi dediğimiz sözlü anlatımın nesilden nesile aktarılanlarıdır. Bunlar da zaman içinde hızla unutulup gitmektedir. Bu yüzden rivayet tarihinin literatüre girdirilmesi sözlü anlatımın gelecek kuşaklara aktarılmasının tek yoludur.
Bazen öyle anlar olur ki, bir bilginin kaynağına ve aslına rivayet tarihinin kırıntıları arasında ulaşabilirsiniz. Çünkü çoğu yakın zamandaki yaşanmışlıklardır.
Son yıllarda rivayet tarihleri açısından bazı üniversitelerde bile adımlar atılmaya başlandı. Bunlar yazılı belgelerin olmadığı yerlerde kaynak hüviyeti taşırken, yazılı belgelerle de uyuştuğu zaman daha bir anlam kazanmaktadır.
Bu makaleden itibaren rivâyet tarihimize ait bilgileri belirli aralıklarla gazetemiz aracılığı ile paylaşarak kalıcı hale getirmeye çalışacağım. İnşallah bu sayede şehir tarihine ait unutulmaya yüz tutmuş bu bilgilerle zincirin eksik halkalarına ekleme yapmış oluruz.
Saçaklı Mehmed Efendi ile başlayalım.
Saçaklı merhûm Maraş tarihinde derin izler bırakmış istisnaî dev şahsiyetlerden biri olmakla birlikte, hakkındaki bilgiler maalesef kısıtlıdır. Yaşadığı dönem bile ihtilaflıdır. 17. Asırda yaşamış olma ihtimâli ağırlıklı görüştür. Mezar yeri bile belli değildir. Genel kanı Kahramanmaraş toprakları olmakla birlikte, Gaziantep’te bir Saçaklızâde Mehmed Efendi Türbesi de mevcuttur. Orada olduğuna dair iddialar bu türbe etrafında şekillense de, bunu ispatlar kesin bir delil yoktur. Genel kanım ismi Maraş’la müsemma olmuş bu zâtın yine şehrin bağrında yattığıdır. Antep’tekinin ise bir makam veya merhumun soyundan aynı ismi taşıyan bir zata ait olma ihtimâli de akla gelmektedir. Konuyla ilgili kesin bir belge veya bulguya ulaşılırsa yeri de netleşmiş olur.
Birçok ilmî eser de telif etmiş olan Saçaklı Mehmed Efendi’nin bu teliflerin bir kaçı geçtiğimiz yıllar içinde yayınlanmıştır. “Tertibü’l-ulûm” adlı eseri meşhurdur. Ayrıca hakkında yazılmış eser ve makaleler de mevcuttur. Aynı nesilden Osman Efendinin de Trabzon-Of bölgesine giderek yerleştiği ve yaptığı tebliğ vazifesiyle bölgenin İslâmlaşmasında mühim rol oynadığı zaten herkesçe malûmdur.
Burada paylaşacağım bilgi ise hikâyesine ait güçlü bir rivayettir. Aynısına veya benzerine değişik yerlerde de rastlamak mümkündür. Merhum babam Mehmed Orhan Kanadıkırık’tan dinlediğim şekliyle bu rivâyeti yazmak istedim. O da babası Müsevvit Mahmud Efendi’den ve diğer aile büyüklerinden dinlediği şekliyle bizlere aktarmıştı. Şöyle ki;
“Mehmed Efendi merhum Maraş’ta temel medrese eğitimini tamamladıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte yüksek medrese tahsili için Kayseri tarafına giderler. Yıllar süren medrese tahsili sonunda arkadaşları hocalarından icâzetlerini alırlar ve memleketlerine dönüş hazırlıklarına girerler. Ancak Mehmed Efendi ne kadar çalıştıysa da emsile-binâ bölümü dışındaki derslerde bir türlü başarılı olamamış ve tahsilini tamamlayamamıştır.
Hocası –oğlum Mehmed, senin de nasibin bu kadarmış. İnşallah sen de memleketinde bir camide müezzinlik yaparsın- deyip, elini öptürüp dualarıyla beraber arkadaşlarına katar.
Maraş’a doğru yola çıkarlar ve o köy senin, bu köy benim köy odalarında konaklaya konaklaya yol alırlar. Bir gün akşama doğru yine bir köye ulaşırlar. Susamışlardır. Su kuyusunun başına gelirler. İpe bağlı kovayla kuyudan su çekerler. Bu arada kuyunun ağzındaki taş, Mehmed Efendinin dikkatini çeker. İpin sürtünmesinden mütevellid zaman içerisinde taş erimiş ve bir oluk oluşmuştur. Orada beyninden vurulmuşa döner ve -benim başım bu taştan daha mı sert de yıllarca okumama rağmen bu ilimleri öğrenemedim- der.
O gece köy odasında sabahı zor eder. Sabah namazından sonra arkadaşlarına; -siz gidin, ben hocamın yanına gidip tahsilime devam edeceğim der. Arkadaşları her ne kadar teselli eder, vaz geçirmeye çalışırlarsa da kararından dönmez ve yönünü tekrar Kayseri istikâmetine döndürür.
Tekrar hocasının yanına döner, sergüzeştini anlatır ve büyük bir azim içinde tekrar derslerine oturur. Ancak aradan yaklaşık iki yıl kadar geçmiş olmasına rağmen, Mehmed Efendide yine bir ilerleme yoktur. Fakat azminde de bir eksilme yoktur. Bir gece rüyasına hocası girer. Elinde bir ibrik ile gelen hocası, Mehmed Efendinin ağzını açarak o ibriğin içini boğazından aşağı boşaltır. Nuranî bir ikram Mehmed Efendinin boğazından aşağı akıp gitmiştir.
Mehmed Efendi teheccüd vakti rüyasından uyanır. Değişik bir halet-i ruhiye içindedir ve beyni yıllardır öğrenmeye çalıştığı ilimlerin çok daha ötesinde bir ilimle dopdoludur. Tabir caizse derya-denizdir. Sabahleyin hocasının huzuruna çıkar. Artık keşfi ve kerameti de zahir olmuş olan hocası dualarla icazetini eline verir ve Maraş’a gönderir.
Maraş’a gelen Mehmed Efendi küçük bir camide vaz ve nasihatlere başlar. Ancak sohbetleri o kadar tesirli ve derindir ki, cemaati hızla büyür ve şöhreti kısa sürede tüm şehre yayılır. Onun evvelini tanıyan arkadaşları ise bu işe bir anlam veremezler ve toplanarak camisine gidip, vaazını dinlerler. Dinlediklerinde bu Mehmed Efendinin yoldan geri dönen arkadaşları Mehmed Efendi olduğuna bir türlü inanamazlar. Mehmed Efendi hikâyesini onlara anlatarak, bu ilmin Cenâb-ı Allah’ın bir lütfu olduğunu ve kendisinin acziyetini büyük bir tevazu ile anlatır.
Artık ünü Maraş dışına da taşan Mehmed Efendi, kendisine yönelik büyük teveccühün nefsine gurur getirmesinden endişe etmeye başlar. Acziyetini unutmamak ve nefsine fırsat vermemek için sarığının ucunu bıçakla dilik dilik ederek bir saçak (püskül) yapar ve saçaklı ucunu sarığın sarkan kısmı olarak kullanıp, halk içine o şekilde çıkarak vaaz etmeye başlar. Maraş ahalisi onun bu tevazu halini anlamakta gecikmez ve artık onu, “SAÇAKLI MEHMED EFENDİ” diye anmaya başlar. Neslinden gelenler de Saçaklızâde lakabıyla anılır olur.
Mevlâm Saçaklı Mehmed Efendi merhuma rahmetiyle muamele eyleye…
Selam hidayete tabi olanlara olsun.
İbrahim KANADIKIRIK