Maraş İstiklâl Mücadelesi hâlâ insanımıza tam anlamıyla anlatılabilmiş değil. Keşke olay Abdal Halil Ağa’nın davuluyla, Sütçü İmam’ın kurşunuyla veya Bayrak Olayıyla sınırlı kalsaydı. Korkunç şeyler yaşandı ve maalesef insanımız işin vahametinin büyüklüğünden bî-haber. Yaşananlar ve yapılan fedakârlıklar ayrıntıda gizli. İşte onlardan birisi.
Maraş Harbinin en zor anları son 4 günüdür. 8 Şubat’tan 12 Şubat’a kadar Maraşlı, tabir yerindeyse Sırat Köprüsünde tutunma mücadelesi verir.
Büyük bir takviye kuvvetiyle gelen Albay Norman’ın Mercimek Tepe’yi işgali ve şehri bombardıman altına alması Maraş’ı iki ateş arasına alır. Bu hengâmede “Kaç Kaç” hızlanır. Birçok mahalle boşaltılır. Civar köylere ve bağ evlerine çekilmeye başlayan sivil ahaliye maalesef çetelerin mühim bir kısmı da katılır.
Özellikle şehrin en yüksek yeri olan Divanlı Mahallesinin büyük oranda boşaltılmış olması, Kümbet’teki Ermenilere fırsat olur. Güneye, Divanlı-Şeyh Mahallesi mıntıkasında ilerlemeye başlayan Ermeniler, Divanlı Camiini ve evleri ateşe verirler. Doğu Cephesinde komutayı elinde tutan Kılıç Ali de çetelerin çekilmesini önleyememenin neticesi Kerhan’a kadar çekilir. Böylece Doğu Cephesi büyük oranda çöker. Batı Cephesinde ise Karamanlı Fakısı (İmamı) Hacı Hasan Efendi inanılmaz bir direniş sergileyerek Albay Norman kuvvetlerinin Mercimek Tepe üzerinden şehre girişini engellemekte, Arslan Bey tüm gücüyle kışlayı ateş altında tutarak General Keret’i kışlada tutmaktadır.
Durum bu kadar kritik ve şehrin düşmesi an meselesidir. Çetelerin çoğu harbin kazanılmasından ümidini yitirmiş, mahalleleri boşaltan sivil ahaliyle birlikte şehirden çekilmişlerdir. Evliya Efendi, Mıllış Nuri, Eşbah Mehmed, Medinezade Abdullah Çavuş, Göllülü Yusuf Çavuş gibi büyük çete liderlerinin şehid düşmüş olması çetelerin yılgınlığını ve ümitsizliğini artırmıştır. Batı Cephesini Arslan Bey, Doğu Cephesini de Şeyh Ali Sezai Efendi ayakta tutmaya çalışmaktadır. Harbin bütün yükü bu iki kahramanın omuzlarına olanca ağırlığı ile binmiştir. Yer yer yağma olayları bile başlamıştır! Düşman durumdan istifade ile Doğu Cephesinde üstünlüğü ele geçirmeye çalışmaktadır. Bu noktada Şeyh Ali Sezai Efendi çok kritik bir hamle yapar. Doğu Cephesinde köylere çekilmiş olan çeteleri geri getirmek için peşlerine düşer. Tarih 8 Şubat 1920’dir.
Yoğun düşman bombardımanı, Ermeni çetelerine yakalanma riski, şiddetli bir kar yağışı ve dondurucu soğuk altında Şekerli’deki evinden ayrılan Ali Sezai Efendi önce Peynirdere’ye ulaşır. Orada yaptığı çağrıyla bir kısım silahlı çeteleri toplamayı başarır. Yeni katılanlarla birlikte Gafarlı’ya doğru yol alırlar. Gafarlı yakınlarında 100 civarında silahlı çeteyle karşılaşırlar. Ali Sezai Efendi burada tekbirle başladığı hamaset dolu bir konuşma yapar.
“Ey din kardeşleri! Allah’tan korkup, şânı yüce resulden utanmaz mısınız ki; vatanı, milleti düşmana bırakıp da buraya geldiniz? Şimdiye kadar atılan mermilerden kaç adamınız öldü? Eceli gelmeyene bir şey olmaz. Vadesi yeten de nerede olsa kurtulmaz……….. Haydin hep birlikte sizinle vatan ve milleti savunmaya dönelim…..” şeklindeki konuşmasının ve ısrarlarının neticesi yanında kalabalık bir silahlı kitle toplanarak Maraş’ın yolunu tutarlar. Kaynaklar incelendiğinde Ali Sezai Efendi’nin o gün ikna ederek şehre getirip cephe tutturduğu milli efradın mevcudunun yaklaşık 200 kişiyi bulduğu anlaşılmaktadır.
Şeyh Ali Sezai Efendi’nin bin bir zahmetle geri getirip harbe soktuğu bu kitlenin gelmesiyle Doğu Cephesinde durum tekrar düzelecek, düşmana ait bir kısım müstahkem ev ve konağın düşürülüp yakılmasıyla, ciddi zayiat veren düşmanın geri kalanları kilise ve yetimhanelerine kaçacaklardır. Ancak bunun bedelini Ali Sezai Efendi ağır ödeyecek, kendisi gidip gelene kadar Şekerli’deki evi, içindeki tüm eşya ve kitaplarıyla birlikte düşman tarafından yakılacaktır.
Buraya kadar yazdıklarımız, kitaplarda mevcut bilgilerin kısa bir özetinden ibaretti. Ancak kayda geçmemiş bir ayrıntı vardır ki; Ali Sezai Efendi çeteleri geri getirmek için hangi şartlar altında ve nasıl gitti, sorusunun cevabı olmaktadır. Bunu da torunu Halil YALÇIN Bey’den dinliyoruz.
Halil YALÇIN Bey emekli orman bölge müdürü. Ali Sezai Efendi’nin kız evladı tarafından torunu. Babası Said Yalçın Bey İstiklâl Madalyalı Milli Mücadele kahramanı. Said Yalçın Bey, Milli Mücadeleye 17 yaşında bir delikanlı olarak Pazarcık’ta katılır. Pazarcık Müdafai Hukuk Cemiyeti azasındandır. Antep’ten yardıma gelen Fransız birlikleri ile Pazarcık mıntıkasındaki çatışmalara katılır. Maraş Zaferinden sonra da Antep’e giden milis kuvvetleri içerisinde Antep savunmasına katılır. Sonra Şeyh Ali Sezai Efendi’ye damat olur. 1987’de vefat ettiğinde kayınpederi Ali Sezai Efendinin yanına defnedilir. Bugün Halil YALÇIN Bey, ilerlemiş yaşına rağmen ikisi de İstiklâl Savaşı gazisi olan hem dedesinin hem de babasının mezarlarının bakımını bir türbedar hassasiyeti içerisinde yapmaktadır. Rabbim ahirette sevdikleriyle beraber eylesin.
Halil YALÇIN Bey, Ali Sezai Efendinin Şekerli’den Peynirdere-Gafarlı mıntıkasına kadar ki yolculuğunu şöyle anlatıyor;
“Çeteler dağılmış, mahalleler boşalmış. Durumdan yararlanan düşman karşı saldırıya geçmiş. Çok tehlikeli bir durum. Belki şehrin düşmesine bile yol açacak kadar ortam nazik. Dedem merhum köylere çekilen çeteleri geri getirmek için yola düşer. Ancak çok şiddetli, bazen tipiye dönen bir kar yağışı ve dondurucu bir soğuk var. Bir taraftan da düşman bombardımanı ve ateşi hiç kesilmiyor. Geçeceği yol güzergâhında Ermenilerin evleri de var. Böyle bir ortamda Allah’a sığınarak yola çıkar.
Ancak tek başına değildir. Gün evvelinde aile fertlerini daha güvenli olduğu için kayınbiraderinin evine göndermiş, yanında sadece annem kalmıştı. Annem merhum Fatma Salime Hanım o vakitler 6 yaşında. Annemi evde bir başına koyamaz. Mecbur onu da yanına alacak. Evde at var ama ata bindiği zaman açık hedef olma ihtimali çok yüksek. Mecbur yola yaya çıkacak. Annemin o yaşta o kadar yol yürüme imkânı yok. Ali Sezai Efendi heybeyi sırtına bağlar ve annemi içine yerleştirir. Sarıp sarmalar ve yola revân olurlar.”
Bu manzara bana Kafkasya’nın büyük kahramanı Şeyh Şamil’i hatırlattı. 1839’da aylarca süren şiddetli kuşatmanın ardından Ahulgoh’a giren Rus ordusu, Şeyh Şamil’i yakalamaya çalışmışsa da başarılı olamamıştı. Binlerce şehidin yanında aile fertlerinden çok sayıda şehid ve bir oğlunu da esir veren Şeyh Şamil, sol eliyle çok ustaca kullandığı uzun kılıcına çok sayıda Rus askerini yem yaptıktan sonra, artık düşmüş olan Ahulgoh’tan çıkar. Birkaç yerinden ağır yaralar almıştır. 7 yaşındaki oğlu Gazi Muhammed de yaralıdır. Sırtına bağladığı ve kendisi gibi yaralarından kanlar sızan oğluyla birlikte minare yüksekliğindeki dik kayalıklara tırmanarak Ahulgoh’dan çıkıp, Çeçenistan’a ulaşmayı başarır. Bir babanın en zor anlarda evladı için yaptığı fedakârlık daha nasıl tasvir edilebilir? Her iki olay ne kadar da benzeşiyor. Biz Halil YALÇIN Bey’i dinlemeye devam edelim;
“Evde bir de keçi vardır. Annemin çocukluğu tutar. Keçiyi de yanımıza alalım diye ısrar eder. Ali Sezai Efendi çocuğu kıramaz. Bir baba, sırtında 6 yaşındaki kızı ve yanlarında bir de keçi yola düşerler. Yeğeni Saraç Mehmed Hayri de yanlarındadır. Yol yaya için uzun ve meşakkatlidir. Hele kar işlerini iyice zorlaştırır. Şehirden çıktıktan sonra Peynirdere yolunda bir hayli susarlar. Özellikle çocuk çok susamıştır. Yol üzerindeki “HUĞ” adı verilen basit toprak damlara rast geldiklerinde susuzluklarını gidermeye çalışırlar. Huğlarda buldukları kuru otları tutuşturarak eritmeyi başardıkları karın suyunu içerek susuzluklarını giderirler. Bu şekilde Peynirdere’ye ulaşılır.”
Hikâyenin geri kalanını zaten yukarıda anlattık. İşte sizlere bu toprakların nasıl büyük fedakârlıklar ve gayretlerle bizlere bırakıldığını anlatan sayısız yaşanmışlıklardan birisi. Aslında eldeki nimetin kadrini bilmek için tek bir misâl bile yeterlidir. Şeyh Ali Sezai Efendi’yi Kahramanmaraşlı nihayetsiz bir vefa hissiyle ve rahmetle yâd etmeye devam edecektir.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.