Nihayet uzun süredir beklenen Musul operasyonu başladı. Suriye ve Irak’ta gelişmekte olan olaylara seyirci kalması beklenen, ya da seyirci kalması için her türlü oyunların döndüğü ortamda, Türkiye Cumhuriyeti, buna seyirci kalmayacağını Suriye’nin kuzeyine fiili olarak müdahalesi ile gösterdi. Bilahare Irak’ın Kuzeyinde bulunan Başika kampından askerlerini hiçbir hâlükârda çekmeyeceğini dosta düşmana ilan etti.
Türkiye Cumhuriyeti, özellikle dünyayı kan gölüne çeviren ikinci dünya savaşından itibaren, kendi içine çekili bir politika izleme yolunu seçmiştir. Yıllardır öcü gibi sunulan Sovyetler Birliği, bilahare Rusya devletinin varlığı, ülkeyi daima ABD kontrol ve denetiminde bir politika izlemeye itmiştir. Ancak değişen dünya konjonktürü, ülke çıkarlarına göre hareket etme isteği, hepsinden önemlisi ülkemizin kendi ruhunda bulunan liderlik yatkınlığı, bölgesel bir güç olarak ortaya çıkma gerekliliğini ortaya koymuştur.
Yaşanan onca iç çalkantıya ve terörün kanlı yüzünü sık sık ortaya koyduğu şu günlerde, bu duruşu gösterebilmek, her şeye rağmen Suriye operasyonunu gerçekleştirebilmek , kendi askerleriyle değil de eğittiği, donattığı kendisine bağlı bir güç ile bu operasyonun içinde olabilmek Türkiye’nin küçümsenmeyecek başarısıdır. Onayı haricinde bu bölgelerde yeni bir oluşuma izin vermeyeceğinin dosta düşmana ilamıdır.
O ünlü 1 Mart tezkeresini hatırlayanınız vardır. 25 Şubat 2003 yılında meclise sunulan ve reddedilen tezkere. Irak’ın işgali esnasında ABD askerlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin vermediğimiz karar, kamuoyuna kahramanlık destanı gibi sunulmuştu. Oysa takibinde gelişen olaylarda PKK Kandil’i mesken tutmuş, Irak’ın kuzeyindeki hiçbir oluşumda Türkiye Cumhuriyetinin rolü olmamıştı. Hatta tarih itibari ile Amerika’nın kendisine müttefik olarak koca Türkiye Cumhuriyeti yerine Kuzey Irak Peşmergelerini, PYD, PKK oluşumunu tercih etmelerinin temelinde belki de hafızalarından silinmeyen 1 Mart Tezkeresi vardır.
ABD’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve artık sağır sultanın bile bildiği bir proje var ki, bu uzun vadede Türkiye Cumhuriyetine zararlar verecek bir projedir bu. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bulunan Kürt kantonlarının birleştirilmesi, bilahare burada bir Kürt devletinin kurulmasına zemin hazırlanması.
Irak Başbakanına o bildik açıklamaları yapması, telkin ve direktifi yine ABD’den geldiği çok açıktır. 62 ülkenin askerleri kendi topraklarında iken, içlerinden yalnızca Türkiye Cumhuriyeti askerlerini işgalci olarak tanımlayıp, topraklarını terk etmeye çağırmasının başka açıklaması olamaz.
Şu bir gerçek ki, ABD dünya patronluğuna soyunmuş, kirli siyasetin her türlü manevrasını bilen, insan hakları, demokrasi yada akan kanların kendisi için bir anlam ifade etmediği bir devlet. Şaşalı seçimlerle iş başına gelen başkanların isimleri değişir, dünya siyasetinde uyguladıkları politika değişkenlik göstermez. Geçen süreçte ülkemiz siyaseti, ABD’ye karşı ulusal çıkarlarımızı korumak amacıyla, Rusya kartını başarıyla oynamıştır.
Şükür artık kendi kabuğundan sıyırılmış, çevresine müdahil bir dış siyaset anlayışımız var. Bazen söz sahibi olmak için, her ne pahasına olursa olsun orda olman gerekir. Çünkü;
Müdahil olmadığın hiçbir mücadelenin sonucuna dahil olamazsın.