SALGINDAN ÖNCE VE SALGINDAN SONRA DÜNYA-I
Tarih boyunca insanlığın gidişatını değiştiren mühim gelişmeler eksik olmamıştır. Keşifler, göçler, istilâlar, savaşlar, ilahi dinlerin ortaya çıkışı, ideolojiler, devrimler, büyük doğal afetler ve salgınlar…
Yaklaşık altı ay öncesine kadar dünyanın gündemini şimdikinden bambaşka konular meşgul ediyordu. Ancak şu an tüm dünyayı sarsmış olan öldürücü bir virüs salgını tek gündem haline gelmiş durumda. Ne zaman, nerede ve nasıl bir yıkımla biteceği bilinemeyen salgın, öngörülemeyen manzaraları da gözler önüne seriyor.
Dünya üzerinde tarih boyu büyük salgınlar hiç eksik olmadı. Her halde en meşhuru 14. Yüzyılda tüm Avrupa’yı kırıp geçiren veba salgını idi. On milyonlarca insanın ölümüne yol açan bu salgının Avrupa nüfusunun yaklaşık yarısını yok ettiği ifade ediliyor. Bu sebeple, bu meşhur veba salgınına o zamandan beri “Kara Ölüm” adı takılmıştır.
Zaman zaman salgının biyolojik bir silah olarak kullanıldığı da olmuş. Mesela 13. Asırda Kırım’da Cenevizlilere ait Kefe kalesini kuşatan Altınordu Moğolları yüksek kale duvarlarını aşamayınca koleradan ölmüş bir kısım askerlerini mancınıklarla kalenin içine atmayı başarırlar. Neticede kaledeki Ceneviz askerleri arasında yayılan salgın kalenin düşmesini sağlar.
18. yüzyılda ise Amerika kıtasını kolonileştirmeye çalışan İngilizler yoğun Kızılderili nüfusunu kırmak için sinsi bir planı devreye sokarlar. Kıta çiçek hastalığına yabancıdır ve Kızılderililerin bu hastalığa karşı bağışıklığı yoktur. İngilizler Avrupa’dan getirdikleri ve çiçek mikrobu bulaştırılmış çok sayıda battaniyeyi Kızılderililere dostluklarının (!) bir nişanesi olarak hediye ederler. Netice sayısız Kızılderili çiçek mikrobuyla kırılıp gider.
Dünyanın çeşitli yerlerinde ve çeşitli zamanlarda görülen salgınlar genelde bölgesel veya kıtasal etkiye sahip olmuştu. Ancak ilk kez tüm dünya geneline ve tüm kıtalara yayılan öldürücü bir virüsle insanlık ilk kez tanışıyor. Bunun en mühim sebebi şüphesiz ki ulaşım imkânlarının tüm dünyayı birbirine entegre etmiş olmasıdır. Bu sebeple insanlık genelindeki sonuçlarını kestirmek mümkün değildir. Ancak gelişmeler doğrultusunda bir kısım tahminler yapılabilmektedir.
Virüsün bilinçli üretilmiş bir biyolojik silah olduğuna dair bir kısım teoriler olsa da, şimdilik bunu ispat eder veriler mevcut değil. Üstelik biyolojik silah aynen nükleer silahta olduğu gibi aynı alanda karşı adımları getireceği için kullanılmaması, kullanılmasından daha etkilidir. Çünkü virüs benim ülkem, senin ülken ayrımı yapmaz. Aynı fizyolojik yapıya sahip tüm insanlığı etkisi altına alır.
Salgın etkileri bakımından ilginç hakikatleri de ortaya koymaktadır. Öncelikle diğer salgınlarda olduğu gibi herkesi eşitlemiştir. Açlık, savaş, insan hakları ihlâlleri, imkânsızlıklar gibi elemli hâller hep geri bırakılmış ülkelerin ve halkların kaderi iken, şimdi gelişmiş ülkeler salgının pençesine düşmüş durumda. Bu ülkelerin sağlık sistemleri ümit vermediği gibi, hiç alışık olmadıkları korkunç bir yıkım ve bunalımın eşiğindeler. Beceriksizlikleri ve alt yapı yetersizliği Avrupa’yı şimdiden çok sayıda trajedinin merkezi yaptı. Kimseye torpil yapmayan, paranın gücüne inanmayan görünmez bir düşman, her an herkesin kapısında. Sokakta evsiz yaşayandan sanat ve spor dünyasına, iş adamlarından bakanlara, başbakanlara varıncaya kadar herkes corona virüsle tanışıyor. Hatta dünyayı yöneten İngiliz kraliyet ailesinin bir numaralı prensi bile (Charles) virüsten nasibini alıyor. Görünen o ki, dünya çok büyük bir dönüşümün arifesinde. Kesinlikle salgın yeni bir dünyanın da başlangıcı olacak. Ama nasıl?
SALGINDAN ÖNCE VE SALGINDAN SONRA DÜNYA-II
Salgın bittiğinde bambaşka anlayışların hâkim olduğu yeni bir dünyayla karşılaşılacağı muhakkak. Çünkü eski düzenin birçok unsuru salgınla beraber yaşam imkânını da yitirmiş olacak. Ekonomik, siyasi, sosyal, dinî birçok dönüşüm salgının neticeleri olarak yenidünyada yerini alacak gibi. Neler değişebilir sorusuna cevap bulmaya çalışalım.
Salgının dünya genelinde oluşturacağı can kaybını tahmin etmek zor. Şimdiki rakamların devede kulak kalacağı boyutlara ulaşma ihtimâli oldukça yüksek. Uzayan zaman dilimi rakamları katlayarak büyütme potansiyelini taşıyor. Bu da dünyanın alt üst olması için yeterli sebep.
Öncelikle şu an dünya ekonomisi ulaşım ve iletişimin sağladığı imkânlarla sınır tanımaz bir şekilde birbiriyle entegre vaziyette. Tüm ülkeler ekonomik faaliyette birbirine hiç olmadığı kadar bağlılar. Tüm dünya borsalarının alt üst olması bu durumun doğal sonucu.
Komünist Çin, Soğuk Savaş sonrası ekonomide kapitalist bir model ortaya koyarak, dünyanın yatırımını ülkesine çekmeyi başardı. Ucuz iş gücü ve maliyet düşüklüğü tüm markalar için Çin’i bir yatırım cenneti hâline getirdi. Bunu ekonomik, siyasi ve askeri büyüme stratejisine çeviren Çin’in önlenemez yükselişi, başta ABD olmak üzere batılı ülkeler için de potansiyel bir tehdidi beraberinde getirdi. Geçtiğimiz yıl içinde Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşları aslında bu psikolojinin bir yansıması idi.
Şimdi bu muazzam ekonomik yatırımlar için merkezkaç kuvvetin oluşma vakti gelmiş bulunuyor. Çin için dünya çapındaki dev firmaların üretim yatırımlarının ülkede kalması olmazsa olmaz durumunda. Virüsün korkunç etkisi yatırımların Asya-Pasifik bölgesinden orantısal olarak başka yerlere kayma riskini taşıyor. Böyle bir durum Çin ekonomisi için yıkım olur. Muazzam nüfusunun iş imkânlarını yitirmesi ise yüz milyonlarca Çinlinin işsiz kalması anlamına geleceği için toplumsal kaos kaçınılmaz olur. Görünen o ki, salgın sonrası Çin’in korktuğu başına gelmiş olacak. Belirli merkezlere toplanmış ekonomik yatırımlar dönemi, yerini daha dengeli bir sisteme bırakabilir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dışarıyla aşırı derecede bağlantılı ticarî yatırımları, kendi kendine yeterli ekonomik yatırımlar olarak yeniden dizayn edilebilir. Borsalar da buna göre şekillenebilir. Dış ticaret dengeleri yeni bir sisteme oturabilir. Yani küresel ekonomiler yerini bir ölçüde kıtasal ve bölgesel ekonomilere terk edebilir. Daha daralmış ama daha sağlıklı verilerle işleyen, borsa manipülasyonlarıyla büyüyüp küçülmeyen, faiz baskısı karşısında dirençli ve daha gerçekçi bir sisteme oturabilir. Batı; para sisteminde kâğıt parayı, görünmeyen elektronik paraya döndürme projesini zaten bir ölçüde devreye sokmuştu. İnternet bankacılığı ve alışverişi bu sistemin kilometre taşlarıydı. Sürecin sonunda dijital para sisteminin konumunu tahmin etmek zor görünüyor.
Bir başka dönüşüm ise sosyolojik boyut. Fertten başlayıp, aileye, oradan da tüm topluma uzanan sosyal ilişki dengeleri özellikle Batı toplumları için gelecek vaad etmiyor. Bireyselleşmenin iyice arttığı, yalnızlığın mali bağımsızlıkla telafi edildiği ve inancın kilisenin duvarları içine hapsedildiği Batı’da, her birey şimdi salgının korkunç psikolojik yıkımını tek başına yüklenmek zorunda. Devletlerinin sağlık sistemlerinin güven vermediği bu olağanüstü koşullarda, virüsü ve etkisini tek başına yaşamak zorunda kalan modern batı insanının çaresizliği toplumsal cinnetin de kapısını aralamış durumda.
Evlerine kapanarak karantina dönemini atlatmaya çalışan bu insanların, zaman ilerledikçe psikolojik travmaları derinleşerek, ya kendine ya da etrafına zarar veren vakalara dönüştüğü hep birlikte görülecek. Toplumsal cinnet, Batı toplumlarında neo-kapitalizmle birlikte modern insanın da yıkımı olacak gibi görünüyor. Neticede Batı için yeni bir karanlık çağ ufukta görünmüyor değil.
Bizim ise en büyük avantajımız burada devreye giriyor. Aile kurumumuz, inanç dünyamız ve yaşam tarzımız modern yaşamın getirdiği değersizleşmelerle çok ciddi yara alsa da, köklerinin ve geleneğinin sağlamlığı bu travmayı Batı toplumlarına göre daha az hasarla atlatacak bir sosyal psikolojiyi barındırıyor. Anlaşılan o ki, virüs toplumsal dengeleri de dayanıklılık testinden geçirecek gibi.
Ülkelerin gelişmişliklerinin en mühim göstergelerinden birisini gayrı safî milli hasıla (GSMH) oluşturuyor. Ancak bunun toplum yararına harcanması her ülkede eşit oranda değil. Bugün Batı ülkeleri GSMH’sı en yüksek olan emperyalist ülkeler. Fakat şu son gelişme gösteriyor ki, ülke ve dünya çapındaki krizlerde toplumun her ferdinin ihtiyacını görecek sosyal devlet olgusu birbirinden farklı görüntüler çiziyor. Bunun en bariz örneğini şimdi sağlık sistemlerinde gördük. Başta İtalya, İspanya, hatta ABD olmak üzere, sağlık sistemlerinin toplumun geneline aynı anda yetişecek ölçekte bir alt yapıdan mahrum olduğu görülüyor. Bu da krizin tahribatını korkunç noktalara getiriyor.
İtalya’da yaşlıların tedavi sürecine bile alınmadığı, ABD’de sağlık sigortası ve parası olmadığı için tedaviye alınmayarak ölen gencin varlığı, İspanya’da bir huzur evindeki yaşlıların yataklarında ölüme terk edilmiş olması, batı insanının gerektiğinde kendi insanına bile şefkât hissinin olmadığını ortaya koyan en trajik tablolardan olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşadıkları en büyük krizi ne ölçüde atlatabilecekler, işin sonunda ülkelerinin dünya ölçeğindeki konumu ne olur, onu bile kestirmekten aciz durumdalar. Her alanda küçülmeleri kaçınılmaz.
Aile, ahlâk, inanç, değerler açısından çürümüş toplumlar dışarıya ne kadar güçlü ve müreffeh bir görüntü ortaya koysalar da, içi tamamen kurtlanmış bir ağaçtan farkları yoktur. Modern kapitalist sistem bireyden topluma dışı güzelleştirdi, içi çürüttü. Bugün Batı toplumları tamamen çürümüş yapılarıyla devletleri için de gelecek garantisi sunamıyor. Dünyaya sunulan modern yaşam tarzı insanı ruhsuz makinelere dönüştürdü. Hep kendi için yaşadı, yaşadı, yaşadı. Dünyayı avucunun içine alan şeytanî üst akıl, zehirli ballarıyla modern olduğunu sanan (!) zavallı insanın inancı dahil her şeyini sömürerek bu günlere getirdi. Dününü değersizleştirdi, bu gününü yok etti, yarını ise muamma.
Görünen o ki, bu virüs salgını yarının dünyasını bambaşka güç merkezleriyle ve değer yargılarıyla inşa edecek. Son üç asırdır dünyada hüküm-fermâ olan Batı Uygarlığının sonunu getiren en mühim kilometre taşlarından biri olacak. Batı bu krizin faturasını çok ağır ödeyecek. Küreselleşme olgusu değerini ya yitirecek, ya da bambaşka mecralara akıp gidecek. Dünyayı dizayn etmeye çalışan ve avucunun içine aldığını sandığı dünyada tanrıcılık oynamaya çalışan üst akıllar, Nemrud’u ve ordusunu yok eden sivrisinek ordularından nasibini alacak. Güçlü toplumsal yapılarıyla ve toplumuyla bütünleşmiş devlet organizasyonlarıyla bu küresel krizden sağlam çıkmayı başaran devletler, geleceğin dünyasının da yön vericisi olacaklar.
Her gelen gitti, dünya kimseye yâr olmadı. Herkes ektiğini biçmek üzere dünya yolculuğunu tamamlayarak, ebedi âleme müteveccih oldu. Ne Nemrud kaldı, ne Roma… Ne Moğollar, ne Britanya İmparatorluğu, ne de başkaları… Hiç yıkılmaz sanılan düzenler yerle yeksân oldu. Neticede rabbimizin buyruğu olan “Biz günleri insanlar arasında devrettirir dururuz” ayeti her daim tecelli etti. Şimdi hissedebiliyorsak, bu ayetin bir kez daha tecelli etmekte olduğu aşikârdır.
Asırlardır yeryüzünde dökmedik kan, etmedik melânet bırakmayan Batı uygarlığı ve onun küresel takipçileri zulümlerinin ve güçlerinin zirve yaptığı bir ortamda Allah’ın görünmez ordularıyla perişan ediliyor. Ümmet-i Muhammed de bu imtihanda terbiye ediliyor. Kâbe’nin Rabbi olan Allah, kullarını beytini tavaftan nasipsiz bırakıyor, kuşlarına tavaf ettiriyor. Yoksa, Müslümanlar için de bir arınmanın mı başlangıcındayız? Çünkü “Andolsun ki yeryüzüne salih kullarımı mirasçı kılacağım” buyuran rabbimiz, mülkünün yeni emanetçileri için ortam mı hazırlıyor? Her daim salih kullardan olma dualarımızla; görelim mevlâm neyler, neylerse güzel eyler.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
29/03/2020
İbrahim KANADIKIRIK