Deniz kenarında yürüyen bir adam, oltasını denize atmış halde bekleyen bir balıkçının yanına yaklaşır.Balıkçının yakalayıp kovaya koyduğu yengeçleri fark eder. Ama bir tuhaflık vardır , kovanın kapağı yoktur ve yengeçler dışarı çıkmamaktadır. Balıkçıya yengeçlerin neden kaçmadığını sorar ve balıkçı şu cevabı verir. “ Tek bir yengeç olsaydı mutlaka kaçmayı dener ve sonunda kesinlikle kaçardı. Ancak kovada bir çok yengeç varsa, birisi kaçmaya çalıştığında diğeri onu ayağından yakalayarak aşağıya çeker ve hiçbiri dışarı kaçamaz. Böylece tüm yengeçler aynı kaderi yaşarlar” yanıtını alır. Tek bir yengeç kovadan rahatlıkla çıkabiliyorken, sayı arttıkça kaçış imkansız bir hale gelir. Çünkü birbirlerini yukarı iterek kaçmak yerine , birbirlerini aşağıya çekerek engel olurlar. Sonunda hiç birisi kaçamaz ve aynı kaderin kurbanı olurlar. Bu durum yengeç sendromunun çıkış noktasıdır. Böylece makale konusu da olmuştur.
Yengeç sendromu, 1980 lerde Filipin devlet başkanı Frdinand Mrkocos un Sıkıyönetim Kanunu diktatörlüğü sırasında aktivizmi ile tanınan yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılan kavram olmuştur. Filipinlerde kullanılan yengeç sepeti kavramı özetle “ben sahip değilsem sen de sahip olamazsın” kısır duygusunun özetidir.
O gün bugündür, bu hikayedeki gibi insanların birbirine karşı uyguladıkları psikolojik şiddet derecesindeki davranışlara “Yengeç Sepeti Sendromu” denir. Bazı insanlar, bencilce davranarak hırslarını ön plana alarak , kendilerinin ulaşamadıklarına sizin de ulaşmasını istemezler. Bu en büyük hakka girme, en büyük psikolojik mobinktir. Ama oldukça da yaygındır. Hatta daha da ileri gidelim, tam da bizim memleketin halleridir. Bu memlekette bir iş yapacaksanız ,asla kimseye duyurmayacaksınız. Heyecanınızı içinizde tutup, enerjinizi gizlice işinize vereceksiniz ki başarılı olasınız . Aksini yaparsanız, yüzde doksan dokuz o iş imkan dahilinden imkansıza hızla evrilir.
İş , okul,sosyal hayat , aile bütün çevrelerde yengeçler bol bol vardır. Yok olmaz öyle şey, beni bu insanlar seviyor, bana bunu yapmazlar dediğiniz noktada daha da çoktur. Çünkü başarıp öne çıktığınızda düzeni bozmuş olacaksınız, onlardan ayrılacaksınız. Bu da onları rahatsız edecek, isterler ki onlara benze,farklı olma ve hep yanlarında kal. Bunda ne kötülük var gibi bir çelişki oluşabilir akıl dengenizde. İşte tehlike tam da burada, en yakınınızdaki en büyük yengeçtir bazen.
Peki nasıl bu sepetten çıkılır. Etrafınızdaki insanları gözlemleyin , sizden ne kadar farklılar, siz farklı olduğunuzda tepkileri ne yönde olacak. Malum nasıl bir çevrede olursanız olun, her insanın bir fikir dünyası vardır. Bazen etrafınızdaki insanların fikirlerinden farklı, bambaşka fikirlerle ortaya çıkabilirsiniz.Bu da onların anlayamayacağı bir kaos yaratabilir. Allah her bir insanı ayrı özellikte ve ayrı kaderde yaratmıştır . Aksi olsaydı okuma yazması bile olmayan anne babadan doğan bir çocuk, bilim adamı olup da çığır açacak noktaya gelebilir miydi. Bir çok insanın çılgın ve saçma diye eleştirilen, engel olunmaya çalışılan fikirleri yüzyıla damgasını vuran icatlar olmuştur.
Çok basit bir karar alırsınız, yeni bir işe kalkışırsınız, ne gerek var canım , kendini yorma , zaten bunu yapan çok , başarısız olursun gibi eleştirileri hemen yapıştırırlar. Toplumun en dibinden en başındaki okumuş, makam , mevki sahibi olmuş insanlarda da bu hastalık maalesef var. Bizim toplumun hastalıklı düşünce yapısıdır.
1995 te Yavuz Özkan ın Yengeç Sepeti filmi buna çok güzel örneklerden biridir. Bir ailenin ben yapamıyorsam sen de başaramazsın zihniyetini, kardeşler , yakın aile bireyleri arasındaki o yapmacık , o gizli düşmanlığı ve sonunda dağılmayı çok güzel anlatır.
“Ben başaramıyorsam, sen de başaramazsın.”
“Ben kazanamıyorsam, sen de kazanamazsın.”
“Ben sahip değilsem, sen de olamazsın.”
“Ben batıyorsam, sen de batmalısın.”
“Ben mutsuzsam , sen mutlu olamazsın”
“ Ben ağlıyorsam, sen gülemezsin”
“Ben yapamıyorsam, sen de yapamazsın”
“Ben fakirsem , sen de fakir kalmalısın.”
Bu zihniyette değilseniz, başarı merdivenlerinden çıkarken birilerinin elinden tutayım, o da benimle çıksın dediğiniz zaman da nasıl yorulduğunuzu görürsünüz. Çünkü “bu bana neden yardımcı oluyor,yoksa bir menfaati mi var.”gibi marazi bir düşünceye sahip insan tahmin edemeyeceğiniz kadar çoktur. Hayatım boyunca, başarmak istediğim yolda yürürken elinden tuttuğum insanların daha sonra buna değmediğini, hatta zarar verdiğini çok gördüm. Şimdi akıllandım, bir daha yapmam dediğim noktada ,rahat durmayıp yine aynı eylemi yapmış buluyorum kendimi. Ama bir farkla, elinden tuttuğum insanın kim olduğunu, daha sonra ne yapabileceğini, buna değer mi sorusunu elekten geçirdikten sonra. Bu önemli bir gelişme oldu benim için. Hayatın değişmez kanunu , yediğiniz darbeler sizi akıllandırır. Her ne olursa olsun ,yürüdüğünüz yollarda başkalarının elinden tutarak, onları da başarıya çekerek yürümek kamil insanın olması gereken tutumudur. Ez cümleye gelirsek ,Jim Roth un dediği gibi “insan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır.”
Her şeye rağmen iyi olun , iyi kalın, Allah ın ayeti sabittir , Yaradan iyilerle beraberdir.
Hoşça kalın dostça kalın.