Hırvatistan beni büyüleyen bir ülke oldu diyemem, sadece Dubrovnik’te bulunan Otaçağ şehri Old Town hatırına gitmeye değer diyebilirim.
Haziran ayının ortasında Dubrovnik’te olmama rağmen havanın serin olması beni hem şaşırttı hem de rahat bir gezi yapma olasılığından dolayı rahatlattı. Malum Kahramanmaraş Haziran ortalarında insanı bunaltmaya yetecek kadar sıcak olabiliyor.
Dubrovnik’in modern şehir yerleşkesinin tam da ortasında sayılabilecek bu eski şehri Venedikliler kurmuş. Daha önce Kotor ‘da gördüğüm ve gerçekten çok etkilendiğim Stari Grad’a neredeyse tıpa tıp denecek kadar benzemesi beni şaşırtmadı. Malum Stari Grad’ı da Ortaçağ’da Venedikliler inşa etmiş. Ama şunu itiraf edebilirim ki adamlar yüz yıllar öncesinde bile mimaride ileri seviyeye gelmişler. Öyle ki görkemli bir mimari ile iki, üç katlı evler, kiliseler, hatta zengin ailelere saraylar, şatolar yapmışlar. Bir Ortaçağ teknolojisini düşündüğümde helal olsun demekten de kendimi alamıyorum açıkçası.
Venedikliler bugünkü İtalya’nın olduğu toprakları yurt tuttukları için Adriyatik Denizi’ne kıyısı olan ülkelerden gözüne kestirdiklerine seferler düzenlemişler. Sonuçta haritaya baktığınızda Adriyatik’ in bir tarafında İtalya diğer tarafı Karadağ, Hırvatistan, Sırbistan kıyılarını görürsünüz. Denizcilikte zamanına göre ileri olan Venedikliler, mimaride de iyi durumdalarmış ki bunca zaman kurdukları şehirler hala ayakta. Örnek alınmalı, yirmi yıl dayanamayan, depremde binlerce insanın hayatına mal olan, ülkem insanının yaptığı binaları düşündükçe, illaki işinde usta ve dürüst olmak hayati önem taşır diyorum.
Ben bu ülkelerdeki Venedik etkisini gözlemlediğimde şu kanıya vardım; buraları imar etmiş, yaşanılır şehirler kurmuşlar. Onlardan sonra gelen, mesela Osmanlı Devleti bu eserleri yok etmeden, aksine yenileriyle şehre katkıda bulunmuş.
Bu ülkeler Venediklilere çok şey borçlu diye düşünüyorum, şimdi bile Karadağ ve Hırvatistan’daki old townlar turistler tarafından çokça tercih ediliyor. Yılda milyonları aşan turist ziyaretinden kalan gelir bu şehirler için oldukça önemli.
Şimdi ki Dubrovnik modern şehrinin içinde kalan Old Town’a giriyorum, tam karşımda kocaman bir kapı, surların çevrelediği şehrin girişi elbette ihtişamlı olacak. Kapıdan girer girmez mermer bloklardan kesilerek yapılış muazzam bir yol ayaklarımın altında adeta kayıyor. Kayıyor kısmı mübalağa değil , gerçekten yürürken dikkatli basmanız gerekiyor , yüz yıllardır üzerinden geçilmesi sebebiyle kayganlaşmış, adeta cilalı gibi bir yol. İnsan emeğiyle yapılmış, hala ilk gün ki gibi parlak ve tertemiz , bembeyaz mermerden bir yol , hayran kaldım. İnsanlar modernleştikçe, teknolojinin kolaylığına kaçıtıkça estetikten ve güzelden uzaklaşmış. Daha şehre girmeden önümde uzanan koridor şeklindeki bu dar yolu ve etrafına uzun uzadıya dizili, birbirine dayalı yapılmış iki üç katlı binaları sayfalarca anlatabilirim. Uzun dar yollarla birbirine bağlanan sokakların, yine genişçe bir meydanda buluşması Stari Garad’a benziyor. Bütün Orta Çağ şehirlerinde bu düzeni görmek mümkün. Tabi, o zamanın sosyal hayatı ve siyasi yapısı gereği bu meydanlar önemli. Bu meydanlarda insanlar idam ediliyor, bu meydanlarda özel günler , karnavallar yapılıyor, yortular kutlanıyor. Bu anlamda bu geniş meydanlar o zamanın halkı için önemli bir mekan.
Birkaç katlı, birbirinin duvarında devam eden evler dikkatimi çekiyor. Anadolu’da bahçe içindeki evleri ve yerleşim düzenini , bizdeki rahatı , sosyal hayatın samimi ve eğlenceli tarafını düşünüyorum ve buradaki kutucuklar içine sıkışmış hayatları kasvetli buluyorum. Yüzyıllar öncesine ruhum yolculuk yaparken bunları sorguluyor. Kapının girişinden başlayan mermer yolun iki tarafındaki sıralı binaların altlarında modern dükkanlar kurulmuş. Turistler uğrayıp, ülkelerine götürmek için değişik buldukları ürünlerden keyifle alıyorlar. Bense dalmış ,tarihin koridorlarında bazen Venediklilerle bazen bir Osmanlı , Sırp ya da Hırvat yani antik zamanlar insanı eşliğinde zamanın ruhuyla yolculuk yapıyorum. Öyle dalmışım ki bir kadın bağırtısıyla irkilip, yan tarafıma dönüyorum. Öfkeyle bağırıyor, bana doğru baktığını anladığımda bir hata yapmış olmam ihtimaliyle şaşkınlığım daha da artıyor. Hayır hata yapmadım, sadece yürüyorum. Anlık şaşkınlığım geçtiğinde, bastonuna dayanarak oturan bu yaşlı kadının, Müslüman ve Türk olmamdan rahatsız olduğunu anlıyorum. Zaten ben de görüntümle her şeyi, tüm kimliğimi ele vermiş durumdayım. Hala Hırvatça bir şeyler haykırıyor, kimse aldırış etmiyor, ben de umursamadan dönüp yoluma devam ediyorum. Hareketlerinden, yüz ifadesinden ve ses tonundan benim gibi turistlere tahammülü olmadığını anlamak zor değil. İnsanların hala , hele de bu yaşta ,böyle etnik ve kimliksel düşmanlıklarla dolu olmasına acıyorum. Balkanlarda bulunan birçok ülkede bizi Osmanlı diyerek selamlamaları, sevgi gösterisinde bulunmalarının yanında, bu davranış elbette beni üzüyor, fakat olağan da karşılıyorum. Bazı milletlerin öfkesi genetik diye düşünüyorum. Merhamet Allah’ın bir lütfudur. Her bir sokaktan çıktığımda ,küçük bir meydan ve başka bir sokağın yolu beni karşılıyor, tıpkı örümcek ağı gibi. Meydanlardaki kafeler ,restoranlar ve modern insan izleri köşelerdeki antik heykelleri , süslü şadırvanları ,sanatsal figürleri sanki rahatsız ediyormuş hissine kapılıyorum. Keyfimiz yüzünden tarihi eserleri mahf etmeye hakkımız yok.Burayı gezerken de yeme , içme, sadece seyret , ne olur sanki.
Dikkatimi çeken en önemli şey bu antik şehrin hiçbir yerinde toprak yok, adeta yer gök mermer, taş. Dar sokaklar boylu boyunca sıralı taş evlerle çevrili, kafanızı kaldırdığınızda gökyüzünü uzun bir aydınlık olarak görüyorsunuz. Sınırları çizili bir gökyüzü, kümeli beyaz bulutlar.
Bitki ya da ağaç görmeniz mümkün değil. Orman kanunlarının geçerli olduğu, büyük balığın küçük balığı yuttuğu zamanlarda yapıldığı için güvenliğe oldukça önem vermişler.
Bu tarihi şehri son zamanlarda daha da önemli yapan unsur ünlü Game Of Thrones Dizisi’nin setlerinden biri olması. Tarihi şehrin güneyine doğru büyük bir meydan ve meydandan yukarı doğru uzanan geniş merdivenlerden çıkarken, sizi tam ortada harika bir balkon karşılar. Balkon dediğime bakmayın, iki tarafa ayrılan merdivenlerin birleştiği noktada süslü taş parmaklıklı bir loca gibi. Hemen devamında genişçe bir meydan sizi karşılar. Bu yükseklikten meydandaki restoranları, kafeleri ve insan kalabalığını, şehrin genişçe bir bölümünü seyredebilirsiniz. Dizinin sahnelerine aşina olanlar burayı daha iyi hatırlar. Dizide çokça gösterilen büyük meydanda biraz toprak ve duvarlara sarılan asmaları görmek içimi rahatlattı. Meydana bakan Churc Of St. Ignatiu Loyola Kilisesi 1725 te tamamlanmış. Cizvit kilisesinin zarif merdivenlerinden çıkıp, devasa kapısından girdiğimde içim ürperdi, sanki az önce yapımı tamamlanmış gibi her bir süsü, mobilyası cap canlı kalmış. Meryem ana ve havarilerin figürleri, minyatür resimleri çağlar öncesinden tüm renkleri ve canlılığı ile var olmayı başarmış. Bu eski şehri gezmek için en iki saat ayırmalısınız.
Büyük savaşlara ve depremlere maruz kalan Dubrovnik’te çok sayıda tarihi yapı zarar görmüş ve restore edilmiş. Bu tarihi yapılardan Sponza Sarayı ise restore edilmeden ayakta kalan tek yapı olmasıyla dikkat çekiyor.16. yüzyılda inşa edilen saray bugün hâlâ tüm orijinalliği ile dimdik ayakta. Görülmesi gereken yerler listenize ekleyebilirsiniz.
Eczacılığın asırlar önce ne durumda olduğunu görmek için Fransisken Manastırı’na uğrayabilirsiniz. .1317’de kurulmuş olan Avrupa’nın en eski eczanesi ve tariflerinin olduğu el yazması kütüphanesi sizi 800 yıl öncesine götürecektir. Turistlerin bu eczaneden alışveriş yapmaları mümkün, bir krem alabilirsiniz mesela. Manastırın surlarında bulunan çirkin suratlı yaratık figürünün üstünde zıplar ve dengede kalırsanız aşk ve şans getiriyormuş, ben denemedim efsaneye inanırsanız deneyebilirsiniz.
Adriyatik kıyılarında, Dubrovnik’e on dakika uzaklıkta olan Lokrum Adası’ndaki botanik bahçelerinde yüzlerce çeşit ağaç ve yıllar öncesinden adaya getirilmiş tavus kuşlarını görmek iyi bir gezi fikri diyebilirim . Tavuz kuşlarının rengarenk kanatları sizi büyülü bir cennete davet eder gibi.
Dubrovnik, aklımda surlar şehri olarak kalacak. Şehrin her tarafı surlarla çevrili, muhtemelen zamanında istilalardan çok çekmiş. Surların 1.940 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğinde olması bunun sanırım kanıtı. Kara tarafı daha kalın, denizde kalan kısımları ise daha ince, denizden ziyade karadan gelecek hücumlardan rahatsız olmuşlar gibi. Neyse ki yüz yıllara meydan okuyan surlar tarihi anlamda tam bir şaheser.
1979 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilmiş ve koruma altına alınmış, böylece restorasyonlar yapılmış , yenilenmiş. Güzel bir haber vereyim, Dubrovnik’in birçok yerinde çeşmelerden içme suyu akmaktadır. Turistler gezerken bu kolaylıktan memnunlar.
15. yüzyıl ve 17. yüzyıl arasında sanat ve edebiyat buralarda dikkat çekici gelişim göstermiş , bu sebeple “Güney Slav Atina'sı” unvanını kazanmış.Yüz yıllar öncesinden kalan eserleri hala Rektörlük Sarayı’nda bulunan Dubrovnik Müzesi’nde görebilirsiniz.
1943 yılında 7 ülke ile kurulan Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti’nin 1991 yılında dağılmaya başlamasıyla ilk ayrılan devlet Hırvatistan olmuş. Ülkede Boşnak, Hırvat,Sırplardan oluşan halk aynı dili lehçe farkıyla konuşuyor.
Sırpların ve Hırvatların Bosna Hersek’te yaptığı soy kırım faaliyetleri aklıma geliyor şehri gezerken. Muhtemel ki o zamanlardan kalma , Müslüman ve Türk turist görmek istememeleri. Tabi hepsini aynı kefeye koyamayız ama bende kalan izlenim ,o yaşlı kadının tepkisi bana bu duyguları kattı.
O anı yaşamak gezimi mutsuz hale getirmedi elbette, insan kendine yakışanı yapar , yel kayadan ne koparır diyerek gezime devam ettim. Aklımda kalan; bu yaşta hala kalbinin karanlığında debelenip durması. Yazık, ölüme yakın bir yaşta hala insanın milliyetine öfke duyması akla zarar. Kız kardeşim yanımda neler olduğunu anlayamamıştı , kolundan tutup ilerledim. Onun bir tepkide bulunmasını istemedim.
Hırvatistan gezimin Dubrovnik ile yeterli olacağını düşünüyorum. Çok muhabbetli bir halkı olmaması beni burada turist olarak kısa süreli kalmam konusundaki kararımı vermeme sebep oluyor.
Kız kardeşim ve geldiğimiz kafile ile rehberimiz eşliğinde akşamüzeri Sırbistan’a doğru yola çıkıyoruz.
Hoşça kalın dostça kalın