Son birkaç gündür dış gündem Hafter-Süleymanî arasında gidip geliyor. 2020 ile beraber eş zamanlı bir şekilde Doğu Akdeniz’de Libya’da, Basra’da İran-Irak topraklarında yükselen tansiyon herkesi hop oturup hop kaldırıyor. Savaş ortamlarının yükselen gücü altın, zirvelerde rekorları kimseye kaptırmıyor.

Vahşi batının sarışın cow-boy’u şerif Trump’ın füzesi İran’ı odak noktası durumuna getirdi. Aslında ABD ile İran arasındaki kontrollü gerginlik stratejisi uzun zamandır ilk kez bu kadar yüksek ateşli bir toslaşmaya sahne oldu.

Bölgemizin mezhepçi kasabı Süleymanî, yıllardır Yemen’den, Lübnan’a, Irak’tan Suriye’ye “Kahrolsun Büyük Şeytan Amerika” sloganları altında gerçekleştirilen örtülü bir sünnî katliamının da baş aktörüydü. Büyük Şeytan Amerika’ydı ama öldürülenler coğrafyanın sünni ahalisiydi!

Bugün, emperyal Fars Milliyetçiliğinin ve kadim Pers-Sasani inancı olan Mazdek-Zerdüşt inancının İran’ın steril alanlarında gizli bir kor ateş halinde korunarak, Şiilik adı altında günümüze gelmiş haliyle karşı karşıyayız. Modern Şii İran’ın, mezhepçilik görünümlü İslâm dünyasında etkin olma stratejisi Saddam’ın devrilmesi sonrasında iyice açık ve belirgin hâle geldi.

Doğu’da Afganistan sınırından başlayarak batıda Suriye-Lübnan üzerinden Doğu Akdeniz’e, Kafkasya ve Hazar kıyılarından Umman Denizi’ne uzanan doğu-batı, kuzey-güney eksenli bir İran yayılım stratejisi kanlı bir şekilde devreye sokuldu. Akdeniz’de kalıcı bir şekilde yer edinmeye çalışan ve ABD’ye karşı Moskova eksenli yeni bir peyk haritası oluşturmaya çalışan Putin Rusya’sının da kontrollü bir destek verdiği İran, tarihen en müsait zeminlerden birini yakalamıştı. Ancak bunu bölgede istikrarsızlığı körükleme, iç savaşlar çıkararak müdahil olma ve bölge ülkelerinde Şii hâkimiyetinde yönetimler oluşturma stratejisiyle yapınca, tüm bölge masumların kanıyla kızıla boyandı.

Önündeki en büyük rakip olarak gördüğü Türkiye’ye karşı ise sinsi bir politikayla, tüm Türkiye karşıtı cepheyi domino etmeyi vazife bildi. Türkiye-İran-Irak sınır bileşenlerinin tam ortasında bulunan Kandil’in İran’a bakan cephesi bu yüzden PKK teröristleri için her zaman güvenli bir mekân oldu.

Son yıllarda Irak’ta, İran destekli militarist Şii güçlerin egemen olmaları ve sabık başbakan Malikî döneminde iyice gün yüzüne çıkarak baskı politikalarına dönüşen sünnî karşıtlığı ülkedeki mezhepçi ayrışmayı iyice kuvvetlendirmişti. Kürtler, Sünnî Araplar ve Şiiler arasında neredeyse üç düşman parçaya bölünmüş Irak, terör ve kriz üretim merkezi haline geldi. Bir dış emperyal güç olarak zaten bu ABD siyasetinin istediği bir durumdu. Ancak bölge ülkesi olması sebebiyle, istikrarsızlık ve krizin ilk etkileyeceği ülkelerden olan İran, ateşe körükle gitmekten başka bir şey yapmadı.

Süleymanî liderliğindeki Haşdi Şabi milislerinin Irak-Suriye hattında gerçekleştirdikleri kanlı eylemler, sünnî dünyada İran alerjisini de iyice artırdı. Zaten öteden beri Suudlarla da Arap dünyası üzerinde bir çekişme içerisinde olan İran, hırçınlığının ve saldırganlığının ektiği tohumlar yüzünden İslâm dünyasında yalnızlığıyla baş başa kalmak durumunda. Derin İran’ın gölge askeri lideri Süleymanî’nin tek bir ABD füzesiyle imhâ edilmiş olmasına rağmen İslâm Dünyası’ndan (Şiiler hariç) ciddi bir tepkinin ortaya konulmamış olması bu durumun en bariz örneğidir. İran, Persizm hayallerinin ve mezhepçi Şii saldırganlığının neticesi çok kan ve gözyaşı akıttı. Bu yüzden kendileri için bu âlemde dökülecek gözyaşının olmadığını artık fark etmeleri gerekiyor.

Artık ne büyük şeytan Amerika, ne kahrolsun İsrail söylemlerinin altının bomboş olduğu konusunda hiç kimsenin şüphesi kalmadı. Kukla Arap idarecilerini hariç tutarsak, çoğunluğunu Asyalıların oluşturduğu İslâm dünyasının da İran’ın militan Şiiliğine karşı top yekûn bir duruş sergilemesi herkesin hayrına olacaktır. Aksi takdirde bu fitne ateşinin sönmeyeceği ortadadır.

Gün itibarıyla ABD, Süleymanî gibi mühim bir şahsiyeti tek tuşla ortadan kaldırırken, İran’a da Irak üzerinden en ciddi mesajını verdi. Çok ileri gitme, Irak’ı sana bırakmam mesajının hissedildiği bu füze İran’ın, Irak üzerindeki projelerini de revize etmesi gerektiğini ortaya koydu. Irak’ı kendi münhasır bölgesi olarak kabul eden ABD’nin bu tavrı; yıllardır Şiiler tarafından dışlanıp, ezilen Irak sünnîleri için de bir rahatlama oldu. Görünen o ki, Irak’ta Şiiler dışındaki tüm gruplar İran emperyalizmine karşı ABD emperyalizmini bir denge unsuru olarak görmekteler. Bu da günlük siyasetin cilvelerinden olsa gerek.

İran, önceden istihbarî bilgiyle haberdar edilen ABD’nin tesislerini zayıf bir karşılık olarak vururken; hem içerinin gazını aldı, hem de dünyada imajını korumaya yönelik bir adımı ancak atabildi. Trump’ın da akşamki basın toplantısıyla durumu görmezden gelerek aba altından sopa gösterip, uslu dur mesajlarını vermesi, ABD-İran arasında yeniden kontrollü bir gerginlik dönemine girileceğine işaret olabilir.

İran’ın temelde Batı ile ciddi bir tarihsel düşmanlığının olmaması ve AB ülkeleriyle olan sıkı işbirliği, dünya üzerinde beklenen ABD-İran savaşının da olma ihtimalini asgari seviyede tutmaya devam ediyor. Akdeniz’e çoktan inmiş bulunan Rusya’nın ise bu süreçte İran’ı yalnız bırakmış olması, kısa süre sonra İran’ı klasik politikalarına döndürme kapasitesi taşıyor.

Belki yakın gelecekte İran’ın enerjisi bir silah deposu haline gelmiş olan Suudi Arabistan üzerinden çıkartılacak bir bölgesel savaş senaryosuna yönlendirilebilir. İyice karmaşıklaşmış çok bilinmeyenli bölge denklemi, hem doğulu hem batılı özellikleri birlikte sergileyen Türkiye’nin belirleyici pozisyonunu daha da kuvvetlendiriyor.

Tansiyonun derecesinin ve yerinin çok hızlı değişkenlik gösterdiği bölgenin yine de saati saatine uymuyor. Gelişmeleri okumak artık iyice zor ve karmaşık hâle geldi. Tarih bölgede hiç olmadığı kadar hızlı akıyor. Görelim mevlâm neyler?

İbrahim KANADIKIRIK

09/Ocak/2020