Kahramanmaraş Kalesi şehrin en mühim simgelerinin başında gelir. Aynı zamanda şehrin en eski tarihi yapısıdır. Kökeni Geç Hitit Şehir Devleti Gurkum’a kadar uzanır. Yani MÖ 9. Asra kadar inen 3000 yıllık bir tarihi sürecin kesintisiz şahididir Maraş Kalesi.
Tarih boyu sürekli el değiştirse de ehemmiyetini hep korudu. Hititlerden Türklere kadar nice ordular, nice istilalar, yıkımlar ve tamirler gördü. Çok da büyük olmayan alanı içinde çeşitli yapılar inşa edildi ve zaman içinde yok olup gitti. Günümüze sadece surları gelebildi.
İçindeki yapılarla ilgili en geniş bilgiyi Osmanlı Dönemindeki kayıtlarda bulabiliyoruz. Kanuni Sultan Süleyman döneminde baştan inşa edilircesine büyük bir onarım gören kale, yaklaşık bir asır sonra 1643’de Sultan İbrahim döneminde yeniden onarılmış. Evliya Çelebi Seyahatnamesi bu konudaki en temel kaynağımız durumunda. Ona göre kalede 100 evlik toprak damlı bir mahalle, küçük bir Sultan Süleyman Han (Kanuni) Camii, giriş kapısında birbirine bakar tarzda 4 heybetli aslan heykeli vardır. Günümüze sadece biri ulaşmış ve şehrimiz müzesinde sergilenmektedir.
Kayıtlar ve devlet arşivleri incelendiğinde kalede ayrıca bir “dizdâr” (kale muhafızı) komutasında küçük bir askeri garnizon, bir hapishane, çarşı, han ve dükkânlar bulunuyordu. Besim Atalay’ın “Maraş Tarihi ve Coğrafyası”nda belirttiği üzere Maraş resmi arşivi de kalede muhafaza edilmekteydi. Kale muhafızlarının gelirleri ise civar tımar ve mukataa arazilerinden karşılanıyordu. Arşiv kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla Ayıntap Deymus Mukataası kale muhafızlarının en mühim gelir kaynağıydı.
1795’de Maraş’ın 3/4’ünü yıkan büyük bir deprem olur. Bu depremde kale içindeki yapılar da yerle bir olur. Anlaşılan o ki kale harabeye dönmüştür. Tabi çok sayıda can kaybı da yaşanmıştır. Muhtemelen Sultan Süleyman Han Camii de bu yıkımdan nasibini almıştır.
Ancak depremin yaralarının sarılmasından sonra da kaledeki yaşamın devam ettiğini biliyoruz. Besim Atalay’ın, 1839’da Mısırlı İbrahim Paşa’nın Maraş’a gireceği kesinleşince kaledeki arşiv evrakının yakıldığı bilgisini vermesi o tarihte kalede hem kamu hem de sivil yaşamın devam ettiğini ortaya koyuyor.
Ayrıca “Kalalı Osman Efendi” veya “Kala İmamı Osman Efendi” diye maruf meşhur Hafız Osman Efendinin vefat tarihinin 1895 yılı olması 19. Asrın ikinci yarısında caminin varlığının devam ettiğini gösteriyor.
Yine Bayrak Hadisesinden sonra Şehid Evliya Efendinin Acemli çetelerinden yaklaşık 30 kişilik bir müfrezeyi kaleye yerleştirmesi ve bu çetelerin harp sonuna kadar kaleyi muhafaza etmiş olması kale içindeki yaşamın 1920’lere taşındığını gösteriyor.
Yazımızın ana konusu olan Sultan Süleyman Han Camiinin varlığının ne zamana kadar devam ettiğini tespit edemiyoruz. Bu konuda kaynaklar ketum kalıyor. Ancak bu bilgiler ışığında harabe halinde de olsa 20. Asra kadar geldiği kuvvetle muhtemeldir.
Artık bu konuda büyük bir adım atmanın zamanı gelmiştir. Tam yeri belirli olmasa da küçük bir cami olduğunu Evliya Çelebi yazıyor. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim teklifimi yeniliyorum ve bu konuda ısrarcıyım. Her platformda dile getirmeye devam edeceğim. İnşallah bir gün bu arzumun yerine geldiğini görmek nasip olur.
KALEYE SULTAN SÜLEYMAN HAN CAMİİNİ YENİDEN İNŞA EDELİM! Şehrin tarihi dokusuna uygun bir mimari plana sahip yaklaşık 100 kişilik Sultan Süleyman Han Camii ile hem kalenin tarihi misyonuna katkı sağlarız hem de kalemizi yeniden Ezan-ı Muhammedî (sav) ile buluşturmuş oluruz. Yeter ki bu konuda yetkililer gerekli iradeyi göstersin. Gerekli yasal izinler çıkarılsın. Tüm finansmanını Kahramanmaraşlının büyük bir şevk ve heyecanla karşılayacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Mevzumuzun kaledeki Sultan Süleyman Han Camii olması hasebiyle bu cami ile ilgili bir arşiv belgesini de burada yayınlayarak şehir tarihine bir katkı daha sunmuş oluyoruz. Belge, Devlet Arşivleri Başkanlığında 3.Mustafa dönemine ait 1765 (h.1179) tarihli üç sayfalık bir arşiv evrakıdır. Özet olarak Sultan Süleyman Camii imam-hatibi İbrahim’in vefatı dolayısıyla bu vazifeye Şeyh Bekir Halifenin atanmasını arz eden kale dizdârı Ömer’in bu isteğine İstanbul’dan onay verilmesini içermektedir. Belgeler ve çevirisi aşağıdaki gibidir:
“Dergâh-ı felek medâr-ı bârgâh-ı gerdûn-ı iktidâr türâbına arz-ı bende-i bi-mikdar ve zerre-i hâk-sâr budur ki Haleb Eyâletinde vâki’ Mer’aş Kal’ası Cami’ Şerîfinin yevmî on üç akçe ulûfe ile imâm ve hatîb olan İbrahim nâm kimesne bi-kazâullah bilâ-veled fevt olub yeri hâlî ve mahlûl kılmağla erbâb-ı istihkâkdan bâis-i arz-ı ubûdiyyet Şeyh Bekir dâ’îleri dindâr ve müstakîm-i salâh ve takvâ ile ma’rûf ve mücevvid hazreti nazm-ı kerîm ve muhtâr-ı cemâ’at ve şâyeste-i atûfet dâ’îleri olmağla zikr olunan İbrahim’in fevtinden Bekir dâ’îlerine tevcîh ve yedine berât-ı şerîf-i âlîşân sadaka ve ihsân buyurulmak ricâsı bâbında bâ-iltimâs bin yüz yetmiş dokuz cemâziyel-ûlâsı evsâtında pâye-i serîr-i a’lâya arz ve i’lâm olundu bâkî emr ü fermândır devlet-medâr-ı medâr men leh’ül-emrindir
Bende-i Ömer
Dizdâr-ı Kal’a-i Mer’aş”
“İzn-i hümâyûnum olmuşdur
Arz-ı bende-i bî-mikdâr oldur ki şevketlü kerâmetlü inâyetlü mehâbetlü kudretlü Mer’aş Kal’asında vâki’ cami’ şerîfin hitâbeti mahlûle olmağla erbâb-ı istihkâkdan Şeyh Bekir Halîfeye sadaka ve ihsân buyurulmak ricâsında kal’a-i mezbûre dizdârı arz etmekle deyü bâlâsı izn-i hümâyûnum olmuşdur deyü hatt-ı hümâyûn-ı inâyet-makrûnlarıyla tezyîn buyurulmak bâbında emr-ü fermân şevketlü kerâmetlü inâyetlü mehâbetlü kudretlü pâdişâhımındır”