Dışarıda kar yağıyor, ne hikmetse ne zaman kar yağsa zemheri soğuğunda donmuş, geçmişe ait hatıralarım, sıcak odam da çözülmeye başlar. Eski kış günlerindeki memleket hikâyeleri aklıma gelir. Çocukluğumun geçtiği eski ev, eski sokak, beni geçmişin güzelliklerine götürür. Maraş ın eski deli poyrazlarının şarkısıyla, şakırdayan çinko damlar adeta ninni söylerdi, uyuyan bebeklere. Kar gibi yıkanmış patiska perdeler, rengârenk örtülü sedirler, yer minderleri, el emeği kanaviçeler, işlemeli yastıklar odamıza ayrı bir dekor verirdi. Ninemizin dizi dibinde dinlediğimiz masallar bizi çok etkilerdi. Oda içinde yapılan sohbetler, bir teneke sobada iyice ısıtılırdı. Anam bölmeç denilen denilen yerde Bismillah çekerek, zahireleri yerleştirirdi. Hava soğuk, saç mangal yanı başımızda, ninemizden çok şey öğrendik, çocukluk anılarımız çok güzeldi. Şiirleşirdik bu ahşap evlerde! ÇOCUKLUĞUMUN SESİ Çocuk olduk, bir kilim üstünde Bir sıcacık odada Çıtırdayan ocak başında Masallar dinledik; yumak, yumak Ninemin kirmanında Büyüyen dünya gibi Karnımız acıktığında, on bir çocukla Buğu, buğu bir çorbanın sıcaklığında Aynı sofrayı paylaşırdık Bir tepsi başında Mevsim, mevsim büyürken yaz akşamlarıyla Göz kırparken yıldızlar, çoğalırken binlerce Sıralanırdık yer yataklarına, ayın şavkında Tarhana serili bir damdan, kediler kaçışır Birer kahraman olurduk, anlatılan masallarda Yazlar yaşanırdı, cırcır böceğinin senfonisinde Yeni doğmuş, bir bebek sesi duyulur Rüzgârın esintisinde Dalga, dalga dolaşır, bu ses evleri Genç anneler hazır büyütmeye Daha nice bebekleri İşte o masallarla, sağlıklı çocuklar yetişti, aksakallı dedelerle camii saflarında şükürü öğrendik. Ahşap evin, işlemeli demir balkonunda birikmiş karın beyazlığı çocukluk hayallerimize ışık tutardı. Sonra bölmeçteki küpte pekmezle şirinleşirdi duygularımız, karsambaç yapardık. Karla kırmızı pekmez’in uyumu çok güzeldi. Belki de Kahramanmaraş dondurmasının doğuşu, çocukların hayal dünyasında saklıydı. Kardeşim soba yanına uzanmış, sarı yapraklı defteriyle matematik çözerdi. Anam uzun, o basmalı entarisiyle evin içinde hep çalışırdı. Şubat ayı girdimi, içimizde biriken on iki Şubat bayramının sevincini ayrı yaşardım. Çete giysimi, siyah şalvarı, beyaz gömleği kalpağı babamla birlikte hazırlardım. Bayram günü atılan silahlar, çalan davullarla, kurtuluşun ruhunu yeniden yaşardım. Ahşap evlerin sıralandığı, sevimli sokağımızda beyaz lastik çizmelerimizle, tahta kızaklarımızla sanki dünyayı dolaşırdık. Yaptığımız kardan adamlara, beyaz duygularımızı serpiştirirdik. Giydiğimiz el işi yün eldivenler, başlıklar bizi kalkan gibi soğuktan korurdu. Dar sokağımız bıçakçılar çarşısına bağlanırdı, babamın dükkânına giderken bu sokaktan geçerdim. Bıçakçıları seyretmeye bayılırdım, boynuzun bıçağa sap oluşu, kokusu ve demirine atılan nakışlar hafızamıza da öyle kazınmıştı. Bıçakçı çarkından sıçrayan kıvılcımlar beni yenidünyalara götürürdü. Kurduğum hayallerin başlangıç noktasıydı, bu tahta darabalı bıçakçı dükkânları. Yağmur yağdığında ıslanmamak için, sığındığımız bu dükkânlar. Bu dekorların içinde şairliğe ilk adımı attık. BIÇAKÇILAR ÇARŞISI Yağmur, bu sokakta iştahlıdır Yıkamaya bütün çirkinlikleri Berraklığı sunar insanlara Bazen, bir küçük bakışa yaklaşır Onunla konuşur, cam kenarında Bazen de okul dönüşü Süyük altında bir genç kıza Perçemlerinden bir, bir damlarken hülyaları Bir bileyi taşında, keskinlenir heyecanları Gökyüzü kurşunlaşırken, ruhlarda Bir kıvılcım aydınlatırdı, dünyaları Uzayan dar parke yolda, yürüyen çocuk Elinde yağ çitiliyle Yorgun günü taşırdı eve Emeğin tozunda, can bulurdu bıçaklar Vitrinlere dizilir ustaca Yağmura tutkundur saçaklar Geçmişe uzanıp giden, bu akışlar Bir motor sesiyle canlanıverir Bıçakçı çarkında, unuttuğum bakışlar Hızla dönen bu çarkla, mevsimlerde çabucak değişir, yaz’ın sıcaklığına ulaşırdık. Mevsimlerle büyüyen çocukluğumuz, sokakta oyunlarla süslenirdi. Küsküç, çelik değnek, deveme, saklambaç, çizgi oyunları gibi buna benzer oyunlar vardı. Plastik oyuncaklar ve atari yoktu, boyanmış tahta oyuncaklarımız vardı Yazın sokağımızdaki ahşap evlerin penceresini süsleyen sarmaşıklarda, genç kızların duyguları sarkardı, menekşeler sokağa ayrı bir koku yayardı. Güneş evimizin bahçesindeki incir ağacının yapraklarını, yıkayarak avluya ulaşırdı. Bir çıngırak sesiyle, dondurma satan ökkeş emminin sesini duyardık, “Dondurmam kaymak, buz gibiii” Temiz beyaz kıyafetiyle, başındaki külahıyla, bizi küçük dondurma arabasının başına toplardı Delikli kuruşlarımızla dondurma alır, Ağustosun hararetini keserdik. Sokağın genç, yaşlı kadınları kapı önlerinde, kızlarına torunlarına el işi oya, arada sırada dedikodu yaparlardı. Sokaktan geçen erkekler başını eğerdi, kadınlarda kendilerine çeki düzen verirlerdi. Sokak her gün sulanırdı ve toprak kokardı. Öbür sokaktan davul sesleri geldiğinde, hemen oraya koşardık. Düğünler evlerde olurdu, eş dost evin önündeki avluda toplanırdı. Araya ip gerilir ve bir örtüyle avlu ikiye bölünürdü; erkekler ve kadınlar bölümü olarak. Hali vakti yerinde olanlar, bando takımını getirirlerdi. Bando ekibinin başı olan Mehmet emmi, iri göbeğiyle, şişmiş avurduyla güzel klarnet çalardı. Bando davuluyla mahalle inlerdi. Perdeyi aralayan bir çocuk “Mehmet emmi, yoğurt koydum dolaba türküsünü istiler” derdi ve bu istek hemen yerine gelirdi. Çocuk olduğumuz için kadınlar bölümüne rahat girerdik. Rengârenk ipek giysiler içinde, kınalı elleriyle, ne güzel oynarlardı, gelini utangaç haliyle, zorla oynamaya kaldırırlardı. Mehmet emmi Maraş türkülerinin makamını iyi çalardı, ağzı kuruduğunda şerbetini içer devam ederdi. İşte biz o şirin sokakta, güzel türkülerle büyüdük, o türküler hep söylensin!